Marmara ve akabinde meydana gelen Düzce depremlerinde ilimizin maddi manevi çok büyük katlıları olmuştur. İnsan bunu bölgede görev yaparken daha iyi hissedebiliyor. Zaten afetlerinde, özümüzde var olan ancak dünya meşguliyeti içerisinde zaman zaman unuttuğumuz maddi-manevi yardımlaşma hislerimizi faaliyete geçirmek gibi bir etkisinin olduğunu biliyoruz. Daha doğrusu bire bir yaşıyoruz.
Bu bağlamda Çorum milli eğitim müdürlüğümüzde bölgedeki eğitim camiasına sıcak yemek verdi. Maddi - manevi desteğini esirgemedi. Milli eğitim ekibiyle Kaynaşlı, Düzce istikametine gidiyoruz. Giderken yolumuz Abanta düşüyor. Müthiş bir manzara var. Lüks arabalar ve tatilin sefasını süren insanlar göze çarpıyor. Deprem bölgesinde afetzedeler, enkaz yığınları arasında çadırlarda temel ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken, diğer tarafta farklı imkânlara sahip insanları görünce dünya hali deyip, Kaynaşlıya doğru yolumuza devam ediyoruz. Merakla depremin ağır faturasını yaşayan bu bölgelerdeki manzarayı görmeye hazırlanıyoruz.
Kaynaşlı'ya ulaşmadan E-5 karayolunun bazı yerlerinin çöktüğünü ve bunları hızla tamir etmeye çalışan ekipleri görüyoruz. İlçeye ulaştığımızda sağlı sollu yıkık binalar, tesisler, camiler, minareler tüm hışmıyla bizi karşılıyor. Lisanı haliyle âdete biz perişan olduk diyor.
Araçlarımızdan iniyoruz ve yakından incelemek ve gelecek adına ders alabilmek adına resim çekip, kısa notlar alıyoruz. Cami, şadırvan tamamen çökmüş. Minare caminin üzerine yıkılmış. Korkunç bir manzara… Orada yaşlı bir amcamız bizi karşılıyor. Biraz sohbet ediyoruz.Sohbet arasında amcaya: 'Vatandaşta bir farklılık var mı?' diye sorunca, 'Evladım, herkes kendi yoluna devam ediyor evlat.Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın. Artık ölümün daha da yakın olduğunu hissediyor ve evlerimizden helalleşerek ayrılıyoruz. Camide cemaatin namazı kılıp dışarı çıkmış olması çok büyük bir felaketi önledi. Yoksa onlarca daha ölü olurdu' diye uzun uzun anlatıyor.
Kaynaşlı da Mimar Sinan camisine öğle namazını kılmak için dönüyoruz. Caminin bahçesinde orta yaşlarda bir bayan yanımıza geliyor. ' Yardım yapacaksanız, bekleyelim' diyor. Çünkü gelen geçen yardım için daha çok cami önlerini tercih ediyor. Durum böyle olunca sanki vatandaşta biraz suiistimal ediliyor gibi intiba uyandırıyor bizlerde.
Cami kapısında sakallı bir vatandaşla konuşuyoruz. Bu arada vatandaşın birisi arabasıyla geldi. Caminin imamını sorunca, yok denildi. Katalitik soba verecektim dedi.Sonradan o sakallı vatandaşın imam olduğunu öğrenince, 'Hocam, niye kendini tanıtmadın? Yok dedin' diye sorunca, Hoca Efendi:' Yardım dağıtımında daha güvenilir olur zannıyla, özellikle imamlar tercih ediliyor. Böyle olunca, epey başı ağrımış. Yardım dağıtımında şu zengin niye aldı? Bende isterim. Bende isterim türü talepler bitmek tükenmek bilmiyor. Bu nedenle, çok defa hakarete uğramış. Tabiri caizse canına tak demiş ….Keşke bende başka bir göreve geçebilsem diye sızlandı… Farklı cepheden bakınca Hoca Efendi haksızda sayılmaz.'
Arabasıyla gelen vatandaş:' Tamam kardeşim kimseye vermiyorum' dedi. Arabasına binerken iki vatandaş geldi. Hastasının olduğunu ve katalitik sobaya ihtiyacının bulunduğunu söyleyince dayanamayıp, bir miktar para ve sobayı verdi. Peşinden bize de … bize de diyenler oldu…
Diğer taraftan caminin avlusunda rast gele üst üste yığılmış, daha doğrusu seçilmiş kullanılmış giysiler gözümüze çarpıyor. Yardım toplanması ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması başlı başına ihtisas alanı diye düşünüyorum. Çünkü Anadolu insanı yardımsever. Halk tabiri ile bağrı yoka. Bu nedenle televizyon ekranlarında deprem felaketini görünce, elinde avucunda ne varsa kullanılmışlar dahil olmak üzere, o insanlara vermeye çalışıyor. Ama bu arada yeni giysilerde gelince, kullanılmışlara kimse rağbet etmiyor. Çünkü kullanılmış giysileri, bir başkasının kullanması pekte kolay değil. Böyle olunca, bu tür giysiler ekseriya çöpe gidiyor. Bunun için 'elzemle, lazımı ayırmak lazım' diye düşünüyorum.
*
''Ben artık gidiyorum, bir diyeceğin var mı çocuk?
Yiyeceğin, içeceğin, giyeceğin var mı çocuk?'' (A.N.Asya)