Deprem sonrası ikinci grupta görevli olarak Bolu'ya geldim. Valizimi omzuma alıp kriz merkezinin yolunu tuttum. Hükümet Konağı boş duruyor. Artçı depremler korkusuyla olsa gerek içeriye kimse giremiyor. Depremi yaşamamamıza rağmen tuvalet ihtiyacı için binaya girdiğimizde çevreninde etkisiyle ilk zamanlarda bizlerde tedirginlik yaşıyoruz. 
Kriz merkezi valilik binası bahçesine kurulmuş. Bir kaç tane farklı çadırda faaliyetini sürdürüyor. Gelen giden ana baba günü. Yolda inip kriz merkezine gittiğimizde birileri bizi karşılar, ne yapmamız noktasında rehber olur diye düşünüyordum. Doğrusu kriz merkezine vardığımda hayal kırıklığına uğradım. Ben ve benimle gelen yeni gelen arkadaşlar, ilk etapta muhatap bulamadık. Kriz merkezindeki görevlilere biz Sivil Savunma Genel Müdürlüğünün görev emri gereği buraya geldik dediğimizde bize, ''Gidin gezin, öğleden sonra gelin'' denildi.
Bu arada bizim köyden (Osmancık-seki köyü) gelip te Bolu da kapıcılık yapan Mehmet Şebek abimizi gördüm. Dünyalar benim oldu. Zira Bolu'ya ilk defa gelmiştim. Kriz merkezinde de beklediğimizi bulamayınca ister istemez akşam sıkıntı çekeriz diye düşünmeye başladım. Mehmet abimizin evi kriz merkezinin yakınındaymış. Beni hemen aldı götürdü. Evini gösterdi. Tabi apartman hasarlı olduğu için kimse giremiyor. Kendisi bahçedeki eski virane binaya biraz çeki düzen vererek kışta kıyamette açıkta kalmaktan kurtulmuş. Deprem zamanında böyle bir bina bulmak kaç tane girilmeyen lüks apartmana bedeldir. Hatta apartman sakinlerinden çadırda kalmak yerine o viraneye talip olanlar olmuş. Büyüklerimiz ''Ya git te bilem, ya da öl de bilem kıymeti'' diye boşuna dememişler. Her zaman kapısının açık olduğunu ifade ederek çekinmeden misafir olabileceğimi söyledi. Bende kendimi bu kadar sağlama aldıktan sonra teşekkür ederek kriz merkezine döndüm.
Bu arada bizden önce gelip görev süresi olan Yargıtay sivil savunma uzmanı Durmuş Atak arkadaşımla karşılaştım. Durumu anlattım sağ olsun giderayak yardımcı oldu. Bir yetkili ile görüştürüp, kriz merkezi çadırında şimdilik bir sandalye, gece kalmak içinde Karacasu kaplıcasında bir yer ayarladı. Sonu hayrola…
Akşama doğru yeni gelen personeli görev taksimatı yapmak ve bir kısmını Düzce kriz merkezine göndermek üzere topladılar. Bana Bolu kriz merkezinde görev verildi. Bu arada Çorum vali yardımcısı Sayın İsmail Gündüz beyin kriz merkezi başkanı olduğunu öğreniyorum. Kriz merkezi başkanı ve farklı kurumların temsilcilerinin bulunduğu çadırda hayatımın en zor üç-dört gününü geçiriyorum. Çünkü sekiz saat sandalye de boş oturuyorum. Güya yanımdaki istatistik için dosya hazırlayan personelin yardımcısıyım. O mübarekte ne iş istiyor, ne de konuşmaya tenezzül ediyor. Mülki amirlerin yanında rahatta oturamıyorsun. Bir lafa da karışamıyorsun…
Çadırın içerinde 15-20 personel var. Isınmak için LPG kullanılıyor. İçeride oturunca havasızlık ve gaz kokusu baş dönmesi yapıyor. Dışarı çıkınca hava soğuk içeri girmek zorunda kalıyorsun. Herhalde hasta olacağız diye korkmaya başlıyorum. Tabi bizde de tecrübesizlik var. Gidip halimizi anlatmaya çekiniyoruz. Boşuna dememişler, ''Akıl, tecrübeye muhtaçtır'' diye. Daha sonra Kaymakamım Atilla Şahin Bey'e utana sıkıla durumu anlatıyorum…''Efendim, lütfen yardımcı olun da bana iş versinler.'' Çok geçmiyor, kriz merkezi faksının sorumluluğu veriliyor. Gelen fakslar, giden fakslar derken vakit birden geçiyor. Ne baş ağrısı kalıyor, ne baş dönmesi… Ben de boş oturmanın işkence, aktif görevin nimet olduğunu idrak ediyorum.
Sevdiğim sözler: ''Ömründe kendini arı sokmamış kimseye, arıdan bahsetmek BOŞ şeydir''
'Beyinin üretirken, elin kalem tutarken,
Az çok bir şeyler yaz, her gece yatarken,
Yaz ki, gelecekte birileri zevk alsın okurken
Belki de bir FATİHA gönderir aklına gelmişken''