Ülke topraklarımızın  % 90 küsuru deprem deprem bölgesi içerisinde, nüfusumuzun çok büyük çoğunluğu bu bölge içerisinde ikamet etmektedir. Dünden bugüne ülkemizde yaşanan depremleri büyüklerimizden dinledik, tarih kitaplarında okuduk ya da bir kısmını bizzat yaşadık. Deprem sonrası yetkililer tarafından yapılan açıklamalar ya dün gibi hafızamızda ya da arşivlerimizde, günlüklerimizde yerini almış beklemektedir. Çünkü her afetten sonra ekseriya aynı tür beyanatlar verilir. 'Bu acıların son olacağı, hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı, gerekli dersin alınacağı…'  Ama bazen üzülerek şahit oluruz ki, aynı tür olaylar yine tekerrür eder. Sadece şehirler ve mekânlar farklılaşır. Ama acı, gözyaşı, feryat, ahh devam eder…
Bir Alman profesörün bu noktada şöyle bir tespiti vardır. ''Türkler, bir olay meydana geldiğinde bir ay, iki ay, üç ay çok konuşur. Tabiri caizse onunla yatar onunla kalkar. Bir de bakarsınız unutuluverirler. Taki yenisi yaşanıp uyandırıncaya kadar.''
Yüzyılın en büyük felaketini Marmara depreminde yaşadık. Resmi rakamlara göre yirmi bin, gayri resmi söylentilere göre daha çok vatandaşımızı toprağın kara bağrına teslim ettik. Anaları ağlattık, babaları ağlattık, çocukları öksüz yetim bıraktık. Devletimizin şefkatli ellerinde maddi yaraları sarmaya çalışsak ta, manevi yaraları sarmak pek mümkün olmadı. Zaten olması da düşünülemez. Çünkü eşini, çocuğunu, tüm aile fertlerini kaybeden bir afetzedeye dünyaları verseniz de mutlu edemezsiniz… Depremin D' sini duysa o anı tekrar yaşar. Belki içinden ihmali olanlara karşı kin, öfke, beddua fışkırır.
17 Ağustos depremin yaraları sarılmadan, tabiri caizse mezarlıkların toprağı kurumadan ülkemiz 12 Kasım depremiyle tekrar sarsıldı. Bu deprem 7,2 şiddetinde ve akşam 18.57'de meydana geldi. Merkez Düzce olmak üzere, Bolu, Kaynaşlı, Gölyaka ve birçok yörede mal, can kaybına sebebiyet verdi. Yaklaşık 900 vatandaşımız hayatını kaybetti. Yeterli olmasa da 17 Ağustos depreminden ders alındı ve hiç olmazsa ana yollar ilgisiz araçlar için trafiğe kapatıldı. Başta acil araçların, itfaiye, ambulans, kurtarma, güvenlik vs. rahat olay mahalline ulaşması açısından bu basit önlem bile çok önem arz etmektedir. Çünkü 'yağmurlu havada gülenle ağlayan belli olmaz'  hesabı bu bölgeye sıcağı sıcağına hırlısı da gelir hırsızı da gelir. Sonra telafisi mümkün olmayan olaylar yaşanabilir. 
Bu noktada normal dönemlerde yapılacak işe yarar eğitimlerle, tatbikatlarla tüm yurttaşlarımızın bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Ortamın ana baba günü olduğu bir zaman da temel afet bilincine sahip olmayan insanlarla uğraşmak görevliler için çok zordur. Çünkü ortada acı vardır, gözyaşı vardır. Siz, depreme maruz kalan vatandaşları bir an önce kurtarabilmek için gecenizi gündüze katarak mesai mefhumu dinlemeden tüm fedakârlığınızla çalışabilirsiniz. Fakat diğer taraftan kendi imkânlarıyla bir an önce bu bölgede yaşayan akrabalarına ulaşmaya çalışan afetzede yakınlarıyla üzücü olaylar yaşayabilirsiniz. Bir de yalan yanlış haberler ortada dolaşıyorsa vay halinize… Bu nedenle böyle bir ortamda ağzımızdan çıkacak her kelimeyi yanlış anlaşılmaması için iki kere düşünmek durumundasınız. 
Özellikle bu ortamlarda basınımıza çok büyük görev düşüyor. Çünkü abartılı haberler verilebiliyor. Örneğin; 1992 Erzincan depremi olmuş ve bir televizyon kanalı SON DAKİKA alt yazı olarak ''Erzincan'da deprem meydana geldi ve yerle bir oldu'' diye duyurunca, askerde kantinde televizyon seyrederken bir anda hepimiz paniklemiştik. Çünkü yanımızda Erzincanlı bir arkadaşımız vardı. Bu haberden sonra onu sakinleştirmek mümkün olmadı. Telefonlar kitlenmiş ve hiçbir yerden haber alamıyordu. ''Eyvah! Annem, babam, kardeşim, Erzincan… Haritandan silindi'' diye feryadı figan ediyordu. Söylemek istediğim ortada acı varken abartılı yalan yanlış haberler vatandaşı daha çok panikletiliyor, hırçınlaştırıyor, görevlilerle iletişimini olumsuz yönde etkiliyor.
ÖZETİN ÖZETİ: 'Geçmiş yıllarda Antalya da yapılan bir seminere konuşmacı olarak katılan Arama-Kurtarma Birliği müdürü arkadaş: 'Marmara depreminde tecrübesizdik ve bu bağlamda bir çadırı bile yedi defa kurduk, yedi defa söktük. Ondan sonra bu işi daha iyi kavradık. Marmara depremini yaşayan veya bunda görev alan sivil savunmacılar tabiri caizse mesleki icazet aldı.' diyerek o yılları anlatan duygusal bir konuşma yapmıştı. 
Vesselam bir personel tecrübeli ve aynı zamanda özverili ise kadri kıymeti mutlaka bilinmelidir. Çünkü ''tecrübelinin duvarda gördüğünü tecrübesiz aynada göremez.'' 
12 Kasım depreminin 21'nci yıldönümünde,  geçmiş  ve son İzmir depreminde ölenleri rahmetle yâd ederken, rabbim bir daha böyle acılar yaşatmasın diyorum AMA Peygamberimizin ifadesiyle ''en iyi duanın tedbirdir'' ikazını bir kez daha hatırlatıyorum.
*
SON OLSUN 12 KASIM!
Önce 17 Ağustos, akabinde 12 Kasım,
Ne büyük felaket Yarab, çoluk çocuk masum.
Bütün binalar heybetli, sanki bizlere hasım
Başka felaketler olmasın, son olsun 12 Kasım!

Ana cadde kenarında yüksek yüksek binalar,
En kazlarda kalan yavrular, anam diye ağlar.
İçten gelen ahlar, elimizi kolumuzu bağlar
Başka felaketler olmasın, son olsun 12 Kasımlar!

Binalar, bir bir terk edilmiş boş durar,
Çadırlarda afetzedeler acılarını sarar
İhmali olanların, elbette vicdanı yanar ( ! )
Başka felaketler olmasın, son olsun 12 Kasımlar!

Kriz merkezi kurulmuş Hükümet Konağı önüne,
Akın akın geliyor insanlar, erzak alabilmek için evine.
Alanlarda buruk bir sevinç, alamayanlar nasıl sevine.
Başka felaketler olmasın, 12 Kasımların yerine
(Mahir Odabaşı / 26.12.1999 )