1972 yılının başlarında Milli Nizam Partisi'nin yerine Milli Selamet Partisi kurulmuştu. Kısa sürede yurt çapında teşkilatlanmasını tamamladı. Yine aynı kurumlarca irticai faaliyet olarak yorumlanıyordu.

Solda Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idamla yargılanıyordu. Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve arkadaşları da onları kurtarmak için isyan etmişlerdi. Tokat'ın Kızıldere Köyü'nde jandarmalar, on iki kişiyi kıstırdı. Teslim ol çağrısına ateşle karşılık varilince 30 Mart 1972'de on biri samanlıkta öldürüldü. Bir tek Ertuğrul Kürkçü, sağ salim ele geçirildi. Uçaklar nezaretinde bir helikopterle Ankara'ya getirildi. O dönemde onun hakkında pek çok söz yayıldı. Jandarmalar dışarıdan, Kürkçü içeriden ateş etti dediler. Onun zaten gizli servisten olduğunu söylediler. Aslını bilemeyiz ama gençler olarak hepimiz, gelişmeleri ilgiyle ve merakla izledik.

12 Mart Muhtırası, irtica nedeniyle sadece MNP'yi kapatmakla kalmadı, İmam Hatip Okulları'nı da irticanın kaynağı olarak gördüğü için orta kısımlarının kapatılmasına karar verdi. Ancak toplumdan tepki almamak için orta kısmın yerine klasik orta okulların devamını sağladı. Böylelikle hem yeni açılacak ortaokullara yer bulma külfetinden kurtuldular hem de İmam Hatip Okullarının orta kısmındaki dini dersleri müfredattan çıkartmış oldular. Bu uygulama, Ferit Melen ve Naim Talu hükümetleri döneminde de devam etti.

Konya YİE'te yatılı okurken aylık masrafım 100 lirayı geçmiyordu. Buna yol parası da dahildi. Ancak Bursa TTİA'e de devam etmeye başlayınca aylık harcamaların 300 lirayı geçmeye başladı. Zira Bursa-Konya yol parasının yanı sıra otelde kalıyor, lokanta yiyordum. Bu da parasız yatılıya göre yüksek maliyetti. Bu rakamlar, askerlikten başka gurbet görmemiş olan babamın ve amcamın gözünde büyüyordu. Her para isteyişimde bu kadar paranın çok olduğunu ima ediyorlardı.

Bir gün amcamdan bir mektup geldi. "İstediğin parayı gönderiyorum. Ancak kötü şeylere mi dadandın da bu kadar para harcıyorsun diye endişe ediyoruz…" cümleleriyle başlayan mektup, beni derinden yaraladı. Babamı ve amcamı demek ki yeterince ikna edememişim. İki şehir arasında mekik dokumanın, otelde kalıp, lokantada yemenin parasız yatılıda okumak gibi olmadığını bir türlü anlatamamışım. Ben de sitem dolu bir mektupla cevap verdim ama olması gereken, elbette bu değildir.

O yıllarda Çorum'da belediye başkanlığı seçimini Hamit Duran kazanmıştı. Hıdırlık Cami ve çevresinde yıllar sonra ilk defa bu dönemde bakım yapıldı. Çevre düzenlemesine büyük önem verildi. Cami, halkımızın ilgi merkezi olma özelliğini ve önemini sürdürdü.

Yanlış hatırlamıyorsam 1972 Mayıs ayında Haziran sınavlarına hazırlandığımız sırada akşama doğru sınıfta ders çalışıyorduk. Yanımızda bulunan küçük radyodan haber ve müzik dinliyorduk. Bir gün şöyle bir haber geçti: "Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Yaşar Kutluay ve beş arkadaşı, Antalya açıklarında kayıkla dolaşırken kayboldu. Bütün aramalara rağmen bulunamadı…"

Haber, önce basit bir olay gibi geldi. Sonra Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nde Dinler Tarihi hocası olarak da görev yapan Yaşar Kutluay'ın kişiliğini ve siyonislerle mücadelesini öğrenince işin çehresi değişti. Hoca, "Siyonizm ve Türkiye" adlı eserini yayınlamış, "Siyonistlerin Dünya Siyaseti" adlı eserini hazırlıyormuş. İsrail'den ve masonlardan çok tehdit alıyormuş. Kitaptan vazgeçmesi karşılığında profesörlük, dekanlık, hatta rektörlük bile vaad etmişler. Vazgeçmeyince "Bunu canınla ödersin" diyerek tehdit etmişler.

Akdeniz'de kaybolmasından sonra hocanın kardeşi ve eşinin açıklamasına göre İsrail'e kaçırılıp zindana tıkılmış. Bir daha haber alınamamış.