Efen­dim sağ­lık de­yin­ce akan su­lar du­rur. Gü­cün ve mut­lu­lu­ğun se­be­bi sağ­lık­tır. Gün­lük ha­ya­tın içe­ri­sin­de se­lam­dan, mer­ha­ba­dan, gü­nay­dın­dan son­ra ge­le­cek ''na­sıl­sı­nız?'' so­ru­su­na ce­vap ola­rak % 99 '' çok şü­kür ca­nı­mız sağ, yı­kıl­ma­dık ayak­ta­yız, ha­yat de­vam edi­yor, sağ­lık sıh­ha­ti­miz ye­rin­de, bi­raz sağ­lık prob­lem­le­ri­miz ol­sa da Al­lah be­te­rin­den ko­ru­sun'' tü­rü kar­şı­lık ve­ri­riz. Çün­kü her can­lı ya­şa­mı­nı ra­hat bir şe­kil­de ge­çi­re­bil­mek için bi­rin­ci de­re­ce de sağ­lı­ğı­na muh­taç­tır. Ya­ni sağ­lık bir nu­ma­ra olup, onun aka­bin­de ge­le­cek olan mal mülk, ma­kam mev­ki, ai­le ha­ya­tı, ço­cuk­lar vb. o bir nu­ma­ra­nın pe­şin­den ge­len sı­fır­lar­dır. Ha­ya­tın te­me­li­ni oluş­tu­ran ön­de­ki bir ra­ka­mı­nı kal­dı­rır­sak pe­şin­de­ki sı­fır­lar yok hük­mün­de­dir.
Pe­ki, tıp bay­ra­mı ül­ke­miz­de ilk kez ne za­man ve ne­den kut­lan­ma­ya baş­la­mış­tır? 14 Mart ta­ri­hi as­lın­da ül­ke­miz­de mo­dern tıp eği­ti­mi­nin baş­lan­gı­cı­dır. En ye­ni­lik­çi Os­man­lı pa­di­şah­la­rın­dan bi­ri olan II. Mah­mut dö­ne­min­de, ilk cer­rah­ha­ne olan Tıp­ha­ne-i Ami­re ve Cer­rah­ha­ne-i Ami­re'nin açıl­dı­ğı ta­rih olan 14 Mart (1827) Tür­ki­ye'de mo­dern tıp eği­ti­mi­nin baş­lan­gı­cı ola­rak ka­bul edil­mek­te­dir. Oku­lun ku­ru­luş gü­nü olan 14 Mart 1919 yı­lın­dan be­ri de Tıp Bay­ra­mı ola­rak kut­lan­mak­ta­dır. An­cak ilk kut­lan­ma­ya baş­la­ma­sı bir bay­ram­dan zi­ya­de tep­ki ni­te­li­ğin­de baş­la­mış­tır. Zi­ra İs­tan­bul'un iti­laf dev­let­le­ri ta­ra­fın­dan iş­gal al­tın­da ol­du­ğu o dö­nem­de 14 Mart 1919?da tıp öğ­ren­ci­le­ri ve tıp dok­tor­la­rı­nın İs­tan­bul'un iş­ga­li­ni pro­tes­to ni­te­li­ği ta­şı­yan ha­re­ke­tiy­le, o gün­den iti­ba­ren her yı­lın 14 Mart'ı Tıp Bay­ra­mı ola­rak kut­lan­mak­ta­dır.
Her mes­le­ğin ken­di­ne gö­re zor­luk­la­rı var­dır ama sağ­lık sek­tö­rün­de hiz­met su­nan ve hiz­met alan­la­rın sı­kın­tı­la­rı da­ha çok­tur. Çün­kü işin içe­ri­sin­de can var­dır. Ca­nın­dan, ca­na­nın­dan hiç akıl­da yok­ken ay­rıl­mak var­dır. ''Öf­ke ge­lir göz ka­rar­tır / Öf­ke gi­der yüz kı­zar­tır'' he­sa­bı özel­lik­le ka­za­la­ra mü­da­ha­le­le­re gi­den 112 acil yar­dım­lar­dan, has­ta­ne­le­rin acil ser­vis­ler­den hiz­met alan­lar ''pa­nik ha­lin­de in­san­lar ayak­la­rıy­la dü­şü­nür'' mi­sa­li sağ­lık­lı dü­şü­ne­mez­ler. En ufak bir ke­li­me­yi yan­lış an­la­yıp ag­re­sif dav­ra­na­bi­lir­ler. Bu­nun üzü­cü so­nuç­la­rı­nı za­man za­man ba­sın­da gö­rü­yo­ruz. Bu ne­den­le top­lu­mun bi­linç­li ol­ma­sı la­zım­dır. 
Hiz­me­ti­çi se­mi­ne­rin­de der­si­mi­ze ge­len, Yrd Doç Dr Dok­tor Ho­ca­mız Di­yar­ba­kır'da bir has­ta­ne­nin acil ser­vi­sin­de gö­rev ya­par­ken ba­şın­dan ge­çen bir anı­sın­da, Has­ta­ne­nin aci­li­ne kalp kri­zi ge­çi­ren bir has­ta gel­di. Ben he­men per­de­yi çe­kip has­ta­ya kalp ma­sa­jı yap­ma­ya baş­la­dım. Has­ta­nın oğul­la­rı da per­de­nin ke­na­rın­dan be­ni gör­müş­ler. Has­ta bi­raz son­ra ha­ya­tı­nı kay­bet­ti. Has­ta­nın ya­kın­la­rı ''Val­la bu adam ba­ba­mı­zın göğ­sü­ne ba­sa ba­sa öl­dür­müş­tür'' di­ye­rek üze­ri­me yü­rü­dü­ler. Ar­ka­daş­lar el­le­rin­den be­ni zor kur­tar­dı.'' Di­ye an­lat­mış­tı.
Düz­ce dep­re­min­de bir ba­ba kay­ma­kam­lı­ğa ge­lir. ''Ço­cu­ğum en­ka­zın al­tın­da ya­tı­yor, ne olur ça­buk çı­ka­rın '' der. Kay­ma­kam bey: O an­da ha­zır bu­lu­nan eki­bi ora­ya yön­len­di­rir. Adam­ca­ğız ''Al­lah ra­zı ol­sun'' der dı­şa­rı çı­kar ama 3-4 da­ki­ka geç­mez öf­key­le ge­ri kay­ma­ka­mın oda­sı­na da­lar. Se­nin adam­la­rın çı­kar­mı­yor di­ye şikâyet eder. Hâlbu­ki ekip hız­la o en­ka­za git­mek­te­dir ama ola­yın sı­cak­lı­ğı ve ba­ba şef­ka­tiy­le adam ca­ğız sağ­lık­lı dü­şün­me­mek­te­dir. Da­ha doğ­ru­su da­la­cak yer ara­mış­tır.
''Bu­gün bu has­ta­ne­de hiz­met eri­sin, ya­rın baş­ka bir has­ta­ne de müş­te­ri­sin'' di­ye bir söz var. Bu bağ­lam­da he­pi­miz has­ta­ne­le­re yo­lu­muz düş­tü­ğün­de, bir tah­lil ve­rip so­nu­cu­nu öğ­re­nin­ce­ye ka­dar ve­ya dok­tor­dan yo­ru­mu­nu alın­ca­ya ka­dar ''aca­ba, aca­ba…'' di­ye is­ter is­te­mez stres ya­şı­yo­ruz. Ra­hat­la­tı­cı bir yo­rum al­dı­ğı­mız­da dün­ya­lar bi­zim olu­yor. Ter­si du­rum­lar­da bir an­da sen­de­li­yo­ruz. Bel­ki de bu aşa­ma da sağ­lık­lı ile­ti­şim kur­ma­da zor­la­nı­yo­ruz. Halk ta­bi­ri ile da­la­cak yer arı­yo­ruz. Amaç­la­rı bi­ze hiz­met olan­la­rı kı­rı­yo­ruz.
35 se­ne ön­ce li­se son sı­nıf­ta üni­ver­si­te sı­na­vı­na gi­re­ce­ği­miz za­man ar­ka­daş­lar­dan ta­nı­dı­ğı olan­lar ra­por al­mış ama ben ala­ma­mış­tım. Has­ta­ne­ye git­tim dok­tor­lar oda­sı­nın ya­nın­da bi­raz­da üzün­tü­lü şe­kil­de bek­li­yo­rum. İçe­ri­ye gir­me­ye ce­sa­ret ede­mi­yo­rum. Bu du­ru­mu­mu his­set­miş ola­cak ki, içe­ri­den bir Dok­tor: “Delikanlı gel bakalım, sen kimi bekliyorsun?” diye ça­ğır­dı. Ben­de bu ça­ğır­ma­dan güç ala­rak ''ho­cam sı­na­va gi­re­ce­ğim, ar­ka­daş­la­rım ra­por al­dı ama ben ala­ma­dım'' de­yin­ce, al ben­den sa­na '' on gün ra­por, ama ders ça­lış­mak şar­tıy­la'' de­yin­ce se­vin­miş ve son­ra­dan is­mi­nin İl­han Gürel ol­du­ğu­nu öğ­ren­di­ğim rah­met­li dok­tor be­ye o gün­den be­ri say­gı duy­mak­ta­yım.
İlk me­mu­ri­ye­te baş­la­dı­ğım­da Os­man­cık'ta ame­li­yat ol­muş ve ra­por bi­tin­ce gö­rev ye­rim olan dağ kö­yü­ne gi­der­sem ağ­rı sı­zı olur­sa sı­kın­tı çe­ke­rim di­ye Kar­gı İl­çe­sin­de sağ­lık oca­ğın­da gö­rev ya­pan dok­to­ra tek­rar ra­por al­mak için git­ti­ğim­de, ''ben si­ze en faz­la 20 gün ra­por ve­re­bi­li­rim. So­nuç­ta yi­ne git­mek zo­run­da ka­lır­sın onun için kay­ma­kam be­yin ya­nı­na git elin­de­ki bel­ge­le­ri gös­ter, ha­li­ni arz et. Bel­ki ge­çi­ci gö­rev­len­dir­me ya­par'' di­ye ba­na yol gös­ter­miş­ti. Ben­de dok­tor be­yin de­di­ği şe­kil­de du­ru­mu­mu kay­ma­kam be­ye izah edin­ce be­ni il­çe de ge­çi­ci ola­rak gö­rev­len­dir­miş­ti. Dok­tor be­yin is­mi­ni bil­me­sem de o gün­den be­ri min­net­ta­rım.
Geç­miş­te yıl An­ka­ra'da İb­ni Si­na Has­ta­ne­sin­de bir ya­kı­nım yat­mış­tı. Has­ta ya­kı­nı has­ta­nın te­miz­li­ği­ni ya­par­ken zor­la­nır baş­lar ağ­la­ma­ya. O ara­da dok­tor­lar has­ta­yı zi­ya­re­te ge­lir. ''Ger­çek dok­tor her has­ta ile ya­şa­yıp ölen­dir'' (S.zwig) mi­sa­li has­ta­nın eşi­nin ağ­la­dı­ğı­nı gö­rüp tey­ze, '' ni­ye ağ­lı­yor­sun?'' de­yin­ce ''dok­tor bey, ben­de has­ta­yım, te­miz­li­ği­ni ya­pa­ca­ğım çe­vi­re­mi­yo­rum'' der. Bu­nun üze­ri­ne dok­tor­lar­dan bi­ri tey­ze: ''Sen ke­na­ra çe­kil ba­ka­lım de­yip, has­ta­nın ka­lan te­miz­li­ği­ne yar­dım­cı olur'' bu­nun üze­ri­ne has­ta re­fa­kat­çi­si  ''Ben eşi ola­rak zor­la­nır­ken, ko­ca­man dok­tor elin has­ta­sı­na yar­dım et­ti. İçi bu­lan­ma­dı'' di­ye ken­din­den uta­nır. 
''Her mes­le­ğin zekâtı var­dır, sağ­lık sek­tö­rün­de ça­lı­şan­la­rı­nın zekâtı da has­ta­ya şef­kat­tir'' der­ler. Bu bağ­lam­da ''Şef­kat öy­le bir dil­dir ki, sa­ğır­da işi­te­bi­lir, kör­de oku­ya­bi­lir'' ( Twa­in) sır­rıy­la en alt ka­de­me­den en üst ka­de­me­ye ka­dar sağ­lık sek­tö­rü­nün çe­şit­li alan­la­rın­da fe­da­kar­ha­ne hiz­met su­nan şef­kat­li el­le­rin, tüm sağ­lık ça­lı­şan­la­rı­nın 14 Mart Tıp bay­ra­mı­nı en kal­bi di­lek­le­rim­le teb­rik eder, afet­ler­den uzak afi­yet­ler di­le­rim. Ni­ce ni­ce yıl­la­ra…