Bugünkü yazımda önce 28 Şubat postmodern darbesi sürecinde başörtüsünü muhafaza ettiği için devlet görevinden ihraç edilmiş, bin yıl süreceği iddia edilen darbe kısa sürede sona erdikten sonra affedilmiş fakat iade-i itibar yapılmamış mağdurelerin devletten taleplerine yer vereceğim, sonra da birkaç önemli soruya cevap vermeye çalışacağım.
“…28 Şubat döneminde sadece başörtümüzü çıkarmadık diye görevinden çıkarılan bizler yaklaşık beş-altı yıl sonra, 2006’da sanki bir suç işlemişiz gibi affedildik. Affedilmiş(!) olarak kaldık. Şimdi soruyoruz: ‘Ne suç işlemiştik ki öyle hatırlanacağız?’ Göreve dönmenin heyecanı bu onursuz affın ne derece incitici olduğunu hissetmemize engel oldu. Ayrıca Cumhurbaşkanımız ve ekibinin bu haksızlıkları en kısa zamanda çözeceğine olan inancımız da buna itiraz etmemize mani oldu. Evet, biz bu meselenin bir an önce çözüleceğine inanarak umutla bekledik. Çalıştırılmadığımız dönemlerdeki geriye dönük haklarımızı alamadık. Neden? Çünkü biz affedilmiş “suçlu”lardık. Suçumuz, postmodern darbeye direnmek idi. Şanlı ülkemin istiklaline kastedenler, inancımızın sembolü olan başörtümüze mani olmakla işe başladılar ve muvaffak oldular.
“2006’da biz her türlü haklarımız geri verilerek görevlerimize döndürülmemiz gerekirken ‘Sizi affediyoruz ama geriye dönük hiçbir hak talep edemezsiniz’ denildi. Yakın bir zamanda diğer pürüzler de giderilir diye sineye çektik. Görevlerimizin başında işimize odaklandık. Ama bu süreçte her kesimden bize olan bakış açısı ‘affedilmiş suçlular’ şeklinde idi. Bin yıl süreceğine inanmadığımız bu şubat soğuğu bizi yıllarca dondurdu, üşüttü, üşüdük...
“Sonuç olarak, İstiklal Marşımızın kabulünün 100. yılında, istiklalimizin sembolü başörtümüzden dolayı yaşadığımız mağduriyetlerin telafisi için başörtüsü zulmü gören tüm mağdurlara iade-i itibarlarının gerçekleştirilmesini… arz ediyoruz.”
Şimdi köşemizin asıl işi olan sorular ve cevaplara geçelim.
1. Çift cinsiyetli yaratılanları neyle açıklayacağız? Kur’ân’da “Biz erkek ve dişi yarattık” diyor.
Cevap
Allah Teâlâ insanı erkek ve dişi yaratmıştır. Üreme ve yaşama bakımından da her birinin karşı cins ile evlenip aile olmaları -sayı bakımından- mümkün ve yeterli olmaktadır, bir denge vardır.
Çift cinsiyetli olanların çoğunda biri daha güçlüdür, ona göre tasnife girer ve ona göre hayatını sürdürür. Eşit veya belirsiz olanlar ise milyarlar içinde oldukça azdır, istisnaidir; durum, Allah’ın yaratmasındaki düzenin, kulları tarafından çeşitli fiillerle bozulması ve bunun kalıtım kanunlarına göre aşağıdaki nesillerde az da olsa görülmesinden ibarettir.
Hâsılı Allah bir erkek bir dişi yarattım diyor ve öyle de yapmıştır, çift cinsiyetli olan insanı da üreme kuralları çerçevesinde yaratan Allah’tır; ama o, üçüncü bir cins değildir, bir cinsin çeşitli sebeplerle arızalanmışıdır.
Meâlini sunacağım şu âyet, insanoğlunun yanlışları yüzünden düzenin bozulacağı uyarısında bulunmaktadır:
“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rûm: 30/41).
Bu âyetin açıklamasında Muhammed Esed’in şu ifadesi de, konumuz bakımından ilgi çekici olmalıdır:
“…Toprağın, havanın ve suyun sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi; bitki örtüsü ve denizlerin artan bir şekilde zehirlenip yok olması; yaygın uyuşturucu ve görünürde ‘faydalı’ ilâç kullanımı sebebiyle insanın kendi bedeninde ortaya çıkan her türlü genetik bozukluklar ve insanlara yararlı birçok hayvan türünün giderek yok olması. Bütün bunlara, insanın sosyal hayatındaki hızlı bozulmayı ve çürümeyi, cinsel sapıklıkları, suçları ve şiddeti ve son aşamada nükleer dehşeti ilâve edebiliriz. Bunların tamamı, son tahlilde, insanın Allah’a ve mutlak mânevî / ahlâkî değerlere karşı umursamazlığının ve bunun yerine, ‘maddî ilerleme’yi tek önemli hedef sayan inançlara tutsaklığının bir sonucudur” (II, 828-829).
2. İslâm, dünya ve ahiret mutluluğu vermeyi sağlar iddiası, dünyada çektiğin dert mutsuzluk, ahiretin mutluluk kaynağı olması gibi ifadeler çelişki değil midir?
Cevap
İslâm dünyada ve ahirette herkesi mutlu edeceğini vadetmiyor. Dünyada Allah’ın iyi kulları da, çeşitli sebepler ve hikmetler dairesinde sıkıntılar yaşarlar; ama sabrederler, kulluklarını zedelemezler ve ahiret mutluluğunu kazanırlar. Dünyada dine uymadan veya dinsiz yaşayanlar kendi mutluluk anlayışlarına göre mutlu da olabilirler, mutsuzluklar ve sıkıntılar da yaşayabilirler. İslâm’ın dediği budur, yaşanan da budur, çelişki yoktur.
3. İslâm ertelenmiş mutlulukların dini midir? Dünyamızı cehenneme cevirmiş midir? Gelmiş geçmiş ve şu an yaşayan milyarlarca Müslümandan hiçbirinin duası kabul olmadı mı? “Müslümanları kurtar” duasına hiç cevap verilmedi mi? Her Müslüman kötü müydü ki, dualar kabul olmaz, acılar devam edip gider?
Cevap
Bu soruların içerdiği hükümler isabetli değil: İslâm, mensubunu her durumda mutlu eder, sevinçli zamanında şükreder, sıkıntılı zamanında sabreder, isyan etmez, “Neden ben” demez, “Vardır bunda da bir hikmet veya kusurum” der, iman ettiği ve sevdiği Allah’tan af, rahmet ve rahatlık lütfetmesini bekler. Müminin dünyası asla cehenneme çevrilmiş değildir; iki hasta ziyaret edin, biri imanlı, diğeri imansız olsun, o zaman kimin dünyasının cehennem olduğunu anlarsınız.
Hem bireylerin hem de toplumun dertleri, sıkıntıları için yapılmış sayısız duanın müspet sonucu görülmüştür, görülmektedir. Duanın kendisi bir ibadettir, mümin dua ederken Rabbine en yakın durumdadır. İstediği sonuç hâsıl olmamış ise şöyle düşünmek doğru olur: Ya olmayışı başkalarıyla ilgili (onların isteme ve yapmalarına bağlı) olup onlar hür iradeleriyle istememişlerdir; bu durumda Allah birinin hatırı için diğerine baskı yaparsa bu defa onun duasını kabul etmemiş, ona irade hürriyeti tanımamış olur veya kul, aynı zamanda “hakkında hayırlı olanı” istemektedir ve istediği onun hakkında hayırlı değildir.