1980 yılında Adana’da su baskını olmuştu.

Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nde çalışırken, hasar tespiti için bende Adana’ya gittim.
Şiddetli yağış nedeni ile barajın kapakları açılmış, Seyhan Nehri taşmıştı.

Su taşkını nedeni ile Adana ve ilçelerinde su baskını olmuştu.
Afetzedelere gıda yardımı yapılıyor, bazı yerlere gıdalar helikopter ile gidiyordu.
Bizde köylere hasar tespitine gidiyor, dairede kaldığımız günlerde de ekmek arası bir şeyler yiyerek öyünü savıyorduk.
Bir öğle vakti ne yiyeceğimizi düşünürken, afetzedelere gönderilen zeytin, tahin helvası var. İsterseniz onlardan yiyebilirsiniz dediler.
Ekmeklerimizi alarak, zeytin ve tahin helvasının olduğu yere gittik.

Zeytin kutusunun kapağını açtık. Zeytinler ezik ve küflenmiş idi.
Tahin helvasının kapağını açtık, helvadan tatmak için bir parça ağzıma aldığımda helvanın şekerleşmiş ve katılaşmış olduğunu gördüm.
İkisinden de yemekten vazgeçtik. Aslında afetzedelerin erzakına ortak olmak içime sinmiyordu.

Oradan ayrılıp aynı binada bulunduğumuz afet organizasyonunu yürüten Vali Yardımcısı’nın yanına gittim.
Vali Yardımcısı’na "Afetzedelere gönderilen gıda yardımlarında kalite bozukluğunun olduğunu, bozuk yiyeceklerin niye alındığını" sordum.
Vali Yardımcısı’nın yanında Adana Sivil Savunma Müdürü vardı.

Hemen konuşmamıza müdahale ederek:
-"Sayın Valim yiyecekleri gece aldık. Karanlıkta durumlarını ayırt etme imkânımız yoktu. Gıda maddelerindeki bozukluk bu yüzden olmuştur" dedi.
Bende -"Elektrik lambası denen bir şey var. Lambalar yanınca her taraf aydınlanır. Bu mazeret olamaz" dedim.
Vali Yardımcısı’na dönerek:

-"Sayın Valim lütfen bozuk yiyecekleri afetzedelere göndermeyin. O insanlar bu yiyecekleri nasıl yesinler. Bu yiyecekler gönderilirse devletin itibarına leke gelir" dedim.
Oradan ayrıldım. Daha sonraki günler ne oldu bilmiyorum.
Ben görevimi yapmış, ilgilileri uyarmıştım.
Her zaman bir takım fırsatçılar, insanların en fazla ihtiyaç içinde oldukları günlerde bile bunu fırsat bilerek, çıkar temin etmeye çalışmaktadır.
Hasar tespiti için Yumurtalık ilçesinin bir köyüne gittik.
Köye yaklaştığımızda, Ceyhan Nehri’nin taşkın ile iki ayrı  kol oluşturduğunu, köye giden yolun yeni oluşan kolun altında kaldığını gördük. Yol kapanmış su altında kalmıştı.
Köye ancak kayık ile karşıya geçilerek gidiliyordu.
Kayıkta suyun akış istikametine göre kürek çekilerek, karaya yanaşılabilen yerden karaya çıkılıyordu. Karaya yanaşılmaz ise denize kadar gidiliyordu.
Adana’dan çıkmış, 2-2.5 saat yol almıştık.
DSİ’ne ait pikabımız bir sürü benzin yakmıştı. Görevimizi yapmazsak benzin boşa gidecekti. Devletin kaybını düşünüyor, buna engel olmaya çalışıyordum.
Her şeyi göze alıp kayık ile karşıya geçelim dedim.
Şoför dâhil diğer arkadaşlar buna itiraz ettiler.

"Biz canımızı yolda bulmadık. Bu riske katlanamayız. Geri dönelim" dediler.
Arkadaşlar haklı idiler. Risk vardı. Bazı köylüler bile bu riski göze alıp köylerine gitmiyordu. Ancak helikopter ile köye sorunsuz gidiliyordu.
Oradan ayrılıp Yumurtalık ilçesine gittik. Bu ilçeyi ilk kez görüyordum.
Yumurtalık şirin bir kaza idi.

Hava hafif karanlıktı. Biraz yağmur yağıyordu.
Arabadan inmeden sahilde tur attık.
Yumurtalıktan ayrılıp Adana’ya geldiğimizde akşam olmuştu.
Görevimizi yerine getiremeden günü akşam etmiştik.