Bugünkü sorum benim ve çevremde manevi olarak bana güvenen bir yakınım için çok çok mühim. Konu: Necat.
Sizin konu ile alakalı Yeni Şafak gazetesinde çıkan 5 köşe yazınızı daha önce okumuştum, bugün tekrar okudum, sorum daraldı ama neticelendiremedim; lütfen beni aydınlatın da bu konuda bir feraha ermek nasip olsun ve size de tekrar tekrar hayır duası etmiş olayım.
Bu konuda benim bildiklerim de sizin yazdıklarınızdan öğrendiklerim de Yahudi ve Hristiyanlar ile alakalı. Sorumu tek bir cümlede ifade etmeye çalışacak olursam, Ehl-i Kitap’tan olmayan birisinin (mesela bir Budist veya tamamen -haşa- Allah’ı reddeden bir kişi) hayatı boyunca bilerek hiçbir kötülük yapmaması ve bunu inancı için değil de sırf iyi bir insan olmak için yapması ne anlama geliyor demeliyiz? Bu soruya benim için daha anlaşılabilir olması için bir ekleme yapayım. İslâmî olarak benim sözlerimi dikkate alan ve bana bu konuda daha çok sorumluluk yükleyen o yakınım bana aşağıdaki soruyu sordu ve ben ne ona ikna edebilecek bir cevap verebildim ne de ben kendi kendimi ikna edebildim. Takdir edersiniz ki Necat konusu Ehl-i Kitap üzerine ve onların son hükümlerinin ne olabileceği üzerine yoğunlaşmış; fakat arkadaşımın
“Eğer Allah’ın adaletinden şüphe etmiyorsak, hayatı boyunca iyilikten iyiliğe koşmuş ve hiç kimseye bilerek bir zararı dokunmamış bir inançsızın direkt cehenneme gitmesi; hayatında genellikle kötü bir insan olmuş, zaman zaman kul hakkı yemiş ve iyilikleri az sayıda olan bir Müslümanın cehennemde gerekli cezasını çekip en sonunda inancının mükafatı olarak cennete gidecek olması adil mi?” sorusunun cevabını önce ben öğreneyim ki, sonra da onu bilgilendirebileyim. Allah (c.c.) razı olsun!
Cevabınızı merakla bekliyor ve şimdiden çok teşekkür ediyorum!
CEVAP
Bütün evrensel (milli olmayan, bütün insanları kazanmayı hedef alan) dinler, diğer dinlere mensup olan insanların dünya ve ahiretteki durumları ve dünyada onlarla kurulacak ilişki kuralları üzerinde durmuşlardır.
İslâm’a göre başka dinlere mensup insanlar İslâm dinine davet edilirler, ama bunu kabul etmezlerse onlara düşmanlık edilmez, Müslümanların dinlerine ve vatanlarına karşı savaş açmadıkça, aleyhlerinde çalışmadıkça kendileriyle iyi (iyilik ve adalet temelinde/çerçevesinde) ilişkiler kurulur, bağımsız bir ülkede barış içinde yaşamalarına imkân verilir, İslâm ülkesi içinde teb’a (zimmîler, ehlü’z-zimme) olarak yaşamalarına imkân tanınır, İslâm ülkesi teb’ası olan gayr-i Müslimler bütün temel insan haklarından istifade ederler... Bu cümleden olarak dinlerini ve kültürlerini korurlar, mabetlerine dokunulmaz, ibadetlerini ve din eğitimlerini serbestçe yaparlar.
Ahirette durumları ne olur? Cennete mi, cehenneme mi giderler?
Bu sorunun cevabı, Hz. Peygamber’den önce veya sonra yaşamış olmaları göz önüne alınarak İslâm âlimleri tarafından farklı şekillerde cevaplandırılmıştır.
İsrâ Suresi’nin 15. âyetinde Allah Teâlâ, “Peygamber gönderip dini tebliğ ettirmedikçe kimseye azap etmeyeceğini” bildiriyor.
Peygamberin tebliğ ettiği din yaşarken var olmamış (ehl-i fetret) insanlar hakkında:
İmam Mâtürîdî, Allah vergisi aklın Allah’ın varlık ve birliğini idrak için yeterli olduğundan hareketle Peygamber tebliği ulaşmamış kimselerin de bununla yükümlü olduklarını, İmam Eş’arî ise onların yükümlü olmadıklarını söylemişlerdir.
Peygamber dönemine ulaştıkları halde bulundukları coğrafya ve şartlar yüzünden ona ulaşmaları imkansız gibi olanlar da (ehl-i fetret) yukarıdaki maddeye dâhil sayılmışlardır.
İmam Gazzalî’ye göre Peygamber’in tebliğ ettiği din hakkında, dikkat çekmek ve araştırmaya sevk etmek için yeterli olmayan, yalan yanlış haberler almış bulunanlar da onu bulmak ve inanmakla yükümlü değildirler. Yükümlü olmayanlar ise cehenneme girmezler.
M. Abduh, Reşîd Riza ve Süleyman Ateş gibi çağımıza yakın veya çağdaş bazı âlimelere göre ellerinde, aslı kısmen bozulmuş da olsa bir ilâhî kitap bulunan Hristiyanlar ve Yahudîler gibi Ehl-i Kitab da, şirk koşamadan Allah’ın birliğine ve şeksiz şüphesiz ahirete iman eder, sâlih amel işlerlerse, Son Peygamber’i de -bildikleri takdirde- inkâr etmemek şartıyla ahirette kurtuluşa ererler.
Bu son görüşü kabul etmeyebiliriz, ama “filan kişi Yahudi ve Hristiyanlar cennete girerler diyor” şeklinde nakledersek o kişiye iftira etmiş oluruz; çünkü o görüşün sahipleri mevcut/bilinen inanç ve amelleriyle Yahudi ve Hristiyanların cennete girebileceklerini söylemiyorlar, ilgili iki âyete dayanarak bir Allah’a ve ahirete imanı, bildikleri takdirde Peygamber’e imanı ve sâlih ameli şart koşuyorlar.
Bana göre bu imanı taşıyan kişiler zaten Müslüman olurlar, mevcut Yahudilik ve Hristiyanlık’la alakaları kalmaz, onlar için bu sıfatları kullanarak kafa karışıklığına sebep olmamak gerekir.
Soru sahibi “daha önceki cevabımızın Ehl-i Kitab ile ilgili olduğunu” söylemişti, yukarıda o cevabı bir daha özetledik ve güncelledik.
Sorunun ikinci bölümüne gelince:
Allah’a iman etmeden hayatı boyunca kötülük yapmadan, hep iyilik yaparak yaşayan bir kimsenin ahirette cehenneme, Allah’a iman ettiği halde kötülük yapan ve günah işleyen kimselerin ahirette cezalarını çektikten veya bağışlandıktan sonra cennete girmelerinin ilâhî adâlete nasıl uygun düştüğü soruluyor.
Allah Teâlâ yarattığı insanlar için şöyle bir kanun koyuyor:
“İslâm geldikten sonra ehl-i fetret sayılmayacak şartlarda yaşadığınız halde Müslüman olmadan ölürseniz Ehl-i Kitab olun başka din ve inanç içinde olun, inançsız olun… cennetime giremezsiniz. İslâm’a girdiğiniz halde günah işlerseniz bunun cezasını cehennemde çeker, sonra cennetime girersiniz.”
Soruda bahsi geçen hayali kişi bu kanuna aykırı davranıyor, günahların en büyüğü olanı işliyor (dine inanmıyor), ama iyilikler yaparak yaşıyor. Allah’a ve ahirete iman etmemiş olan kişi zaten cennete de iman etmez ve oraya girmeyi de istemez. Böyle bir kimseyi Allah niçin cennetine koysun; hem iman etmiyor, böylece en büyük günahı işlemiş oluyor, hem de bazı kimseler onun cennete girmeyişinin adaletle ilgisini sorguluyorlar!
Hak dine iman ettiği halde günahkâr olarak ölmüş kimselere gelince bunlar, ilâhî kanuna uyuyorlar; iman etmiş ve eninde sonunda cenneti hak etmiş oluyorlar, işledikleri günahın ve kötülüklerin ise cezasını çekiyorlar.
Bundan daha mükemmel bir adalet olur mu?