Arapça dersimize Ahmet Gürtaş geliyordu. İmam Hatip Okulu'nda okuduğumuz metinler kitabını takip ediyordu. Her metni baştan sona irap etmesiyle meşhurdu. Asgari bir düzeyi tutturamayana geçit vermediği için okulun en zor hocası olarak biliniyordu. Bana göre hiç de öyle değildi.

Cemiyetçi bir insandı. Konya'daki İlim Yayma ve Manevi Değerleri Koruma Derneği'nin en aktif insanıydı. Oku Mecmuası'nın çıkarılmasını da o sağlıyordu. Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu ve Tayyar Altıkulaç ile İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde sınıf arkadaşlarıymış. O kuşağın azim ve kararlılığını taşıyordu. Derslerde ise sadece dersle ilgileniyordu. Eğitim dönemini geçtiniz diyordu ve burada öğretimle meşgul olmak gerektiği düşüncesindeydi. Derste birkaç öğrencinin sorusuyla muhatap oluyordu. Biri de bendim.

Bir gün bir arkadaşın "Biz kimiz? Bizim hedefimiz ne olmalıdır? Hiç bunlardan bahsetmiyorsunuz" sözü üzerine bize bir misyoner papazın anlattıklarını nakletti.
1963 yılında yaşlı misyoner papaz, Anadolu'ya gidecek olan genç papazlara "Size meslektaşım Nasrettin Hoca'nın bir fıkrasıyla başlamak istiyorum" diyor. Bir gün hocanın evinin önünden geçen bir komşusu sormuş:
-Hoca, dün akşam senin evden büyük bir gürültü geliyordu. Hayırdır inşallah.
Hoca, sakince cevaplamış:
- Bir şey yok. Paltom yuvarlanmıştı.
- Hoca, paltodan bu kadar ses çıkmaz.
- Sen de çok uzattın; içinde ben de vardım!
Yaşlı papaz sözlerine şöyle devam etmiş:
"Anadolu'ya gidecek olan gençlere şunu tavsiye etmek isterim; Anadolu'dan gür bir ses geliyor. Bu İslam'ın sesi. Ama unutmayınız ki içinde İmam Hatip Okulları var. Siz, Anadolu'ya gidince Hıristiyanlık propagandası yapmaya kalkışmayınız. Karşınıza İmam Hatipliler çıkar. Onun için yapacağınız iş, İmam Hatip Okulları'nın gelişmesini önlemek ve kapanmasını sağlamaktır. İşte o zaman önümüzdeki engel kalkar ve rahatça çalışabilirsiniz."

Gürtaş hocamız, bu fıkranın sonunda bize şunu söyledi:
"Siz, ne olduğunuzun, kim olduğunuzun farkında değilsiniz. Dışarıdaki düşmanlar, sizi çok iyi tanıyor. Onların karşısında dimdik durabilmek için İslam'ı daha iyi öğrenmelisiniz. İlimle, İslam'la, Kur'an'la mücehhez olmadan mücahit olamazsınız… Arapçaya gelince o, bir ilim değildir. İslami ilimlerin anahtarıdır. Siz orada takılırsanız İslami ilimlere nasıl gireceksiniz?..."
Gürtaş, sözüne burada noktayı koydu ve derse devam etti. Onun için önemli olan, öğretimin aksamamasıydı.

Kelam dersimize Ali Arslan Aydın geliyordu. Ezher Üniversitesi mezunuydu. Doktorasını da orada yapmıştı. "İslam İnançları ve Felsefesi" adlı kitabını takip ediyordu. Konusuna hakimdi.
Türk İslam Edebiyatı dersimize Celalettin Emrem geliyordu. Yetmiş yaşını geçmiş olmasına rağmen bir şeyler verebilmek için çırpınıyordu. Ama öğrenci psikolojisi, ne kadar kaytarılsa kör sayılıyordu. Dersine ön sırada birkaç kişi kalırdı. Sesini duyamayanlar, tek tek çıkarlardı.

Dini Musiki dersimize Zekai Kaplan geliyordu. İlahi ve nota öğretebilmek için çok çabaladı ama benim İmam Hatip Okulu döneminden kalma alerjim nedeniyle hiçbir şey öğrenmemekte kararlıydım.
İlk sene Kur'an-ı Kerim dersine kimin geldiğini hatırlamıyorum ama ikinci seneden itibaren Çorum'daki müdürümüz Mustafa Göl geldi. Onun bizde çok emeği vardır. Özellikle tecvit, maharic-i huruf ve kıraat ilkeleri konusunda bizlere faydası çok büyük oldu.