Size Ankara Hukuk Fakültesi’nde, halen avukat bir arkadaşımın yaşamış olduğu bir olayı anlatacağım.

Yıl 1975. Anayasa Hukuku dersi. Dersin hocası; Bülent Nuri Esen. 
Sene başında dersin Çağdaş hocası sınıfa geliyor ve diyor ki: "Arkadaşlar dersimizin başında size bir konuyu açacağım. Ben Allah’a inanmıyorum. İçinizde inanan var ise, onunla tartışalım. Allah varsa bana varlığını ispatlasın. İspatlayamıyorsanız, benim dediğimi, anlattıklarımı kabul edeceksiniz. Ben dersimi ateist bir çizgide anlatırım." 
Yer 250 kişilik amfi.

Bir talebe ayağa kalkıyor ve "Hocam ben sizinle bu konuyu tartışmak istiyorum" diyor.
Karşılıklı konuşma başlıyor.
Talebe: Hocam bir nar ağacını ele alalım. Bu ağaç kışın yapraksız kupkuru kalır. 

Dibine beslensin diye hayvan pisliğini gübre olarak sererler. 
Bahar olur, yaz gelir dallarından nar meyveleri sallanmaya başlar. 
Peki, o kup kuru, dibinde hayvan pisliği olan ağaçtan o nefis meyve nasıl meydana geliyor. Diye sorduğumda (tabiattan) dedi. Tabiat ne diye sordum. O ağaca şifresini kim veriyor. Kim vazifelendiriyor. O muhteşem meyve nasıl oluşuyor. O ağaçta elma, armut, muz olmuyor da niye hep nar meyvesi çıkıyor?
Olgunlaşmış bir narı dalından koparalım.

Bıçak ile narı ikiye bölüp size versem, sizin gibi düşünen bütün ilim adamlarınız yan yana gelse, dünyanın bütün tekniğini birleştirse, narın zarlarını birleştirip kabuğunu bütünleştirip; hiç kesilmemiş şeklinde eski haline getirebilir mi? Diye sordum. Getiremezler dedi.
Bende: Bunun sahibi yaratıcısı Allah o kuru daldan, hayvan gübresi ve su nimeti ile hayata can veriyor. "SİZİN BU BÜYÜK GÜCE ALLAH’A İNANMANIZ GEREKİR" dedim.
O sırada ders zili çaldı ve hoca konuşmamızı kesip dersten çıktı.
1975 yıllarında okul solcuların kontrolünde idi.

Solcular sınıfta etrafımı çevirdiler, 'Gerici, yobaz bir daha bu okula gelme, defol git. Bir daha bu okula gelirsen bu okuldan senin ölün çıkar' diye beni ite kaka okuldan çıkardılar. Bende okula giremez oldum.

Okulda yaşadığımız bu olaydan sonra, Bülent Hoca’da rahatsızlanmış.
Ailesi hastahaneye yatırmış. 1975 yılında vefat etmiştir.

Evet, tarih Firavunların, Nemrutların, Ebu Cehillerin, Lenin, Stalin, Karl Marx, Mao’nun kıssaları ile dolu. 
Bir kısım ÇAĞDAŞLAR diyorlar ki (ÜNİVERSİTE DE OKUYAN, BİTİREN DOĞMALARA İNANMAZ)
Ben ise okudukça, pozitif ilimleri öğrendikçe yaratıcının gücünü daha çok görüp anladım. İnsan aklının aczi yetini, daha ışığı yeryüzüne ulaşmamış gezegenlerin olduğunu öğrenince fark ettim. 
Genetik denilen her canlının ayrı şifresini ve bu şifreyi koyan gücü, tuzlu ve tuzsuz denizin birbirine karışmamasını, ana karnındaki üç karanlığı, en küçük zerredeki harikalığı fark ettiğimde anladım. 
Bir şey daha anladım ki; Nuh tufanında Nuh peygamber inandırıp oğlunu gemiye bindirememiş. Peygamberler oğlunu, karısını inandıramamış. Hz. Muhammet amcası Ebu Lehep'i inandıramamış.
Bir şey daha anladım ki; gözleri kör, kulakları sağır, hissi olmayan insanların inanmaları kabul etmeleri de imkânsız.

Âşık Veysel demiş ki (KİM OKURDU KİM YAZARDI. KOYUN KURT İLE GEZERDİ. BU DÜĞÜMÜ KİM ÇÖZERDİ. FİKİR BAŞKA BAŞKA OLMASA.)
Şu anda Avrupa’da bir kavram var. 
Gerçek bir Avrupalılık iyi bir Hıristiyan olmakla olunur.
Bazıları ise: 'ALLAH'A İNANAN, İNANANLARIN OLDUĞU ÜNİVERSİTEYİ KAPATMAK' kararı vermeye çalışıyorlar.
Bizim toplumumuzda başı örtülü olanlar ile örtüsüz olanların arasında bir problem yok.
Problem; HIRSIZLAR İLE SOYSUZLAR İLE BU ÜLKEYİ BÖLMEK, AİLE DÜZENİMİZİ YIKMAK İSTEYENLER İLE VAR.