Medeniyet denilince akla ilk önce İslam ve Batı Medeniyeti gelir. Bu iki medeniyet hep birbiriyle mukayese edilir.  Tartışmalar alevlenir, eski defterler açılır. 


Nedir Batı Medeniyeti? Merhum Mehmed Akif de İstiklal Marşımızda "tek dişi kalmış canavar" diye tarifini yapar bu medeniyetin… Aslında tarif çok doğrudur. Ama birileri ortaya çıkar siz medeniyet düşmanısınız diye bas bağırır. Medeniyeti sadece iktisadi gelişme, terakki, teknolojik üstünlük olarak algılayanlar ağızlarının suyunu akıtarak sözüm ona en medeni Batıya medhiyeler düzsünler, hayatlarını onlara endekslesinler, giyimini kuşamını, saçını başını, kaşını gözünü onlara benzetsinler, işyerlerine onların dilinde isimler versinler, kısaca ne yaparlarsa yapsınlar bu sözde medeniyetin vahşiliğini gizleyemezler.

Bu medeniyet bir yıkım medeniyetidir. Kan ve gözyaşı ile beslenir. 
Bu medeniyet; onların lisanıyla fanatizmin, bizimkilerin kendi özdeğerlerine sövmek için kullanmayı tercih ettikleri bağnazlığın, yobazlığın adıdır.

Bu medeniyet, en güzel surette yaratılmış insan seciyesini, seviyesini hayvandan daha aşağıya indirmek amacıyla, en yırtıcı hayvanları bile utandıracak, akıl almaz alçaklıkları icat eden, şeytana bile pabucunu ters giydiren bir alçaklığın mümessilidir.
Bu medeniyet, dün haçlı sürüleriyle Doğu'yu, Endülüs'ü yakıp, kül eden, yağmalayan çapulcu zihniyetin bizzat anasıdır.

Bu medeniyet, ürettiği teknolojiyi insanlığı yok etmeye ve yaşadığımız dünyayı kirletmeye amade kılan vahşetin adıdır.

Bu medeniyet, elline silah tutuşturduğu insanları birbirine kırdırtıp sonrada karşılarına geçip hümanizmden, insan sevgisinden, çağdaşlıktan bahsedecek kadar ikiyüzlü, alçak ve bir o kadar da utanmaz bir söylemin adıdır.

Yeryüzünde nerede bir silah patlıyorsa, nerede gözyaşı varsa, nerede kaos varsa, nerede yoksulluk ve yolsuzluk varsa, nerede terörizm varsa, nerede eşkıyalık varsa, nerede barbarlık varsa altında bu medeniyetin imzasını okursunuz.
İşte bu medeniyetin ürettiği ve yaydığı İslamofobi her gün dünyanın bir köşesinde tek dişi kalmış dişini göstermektedir. Yeni Zelanda Christchurch kasabasının Hagley Park bölgesindeki El Nur Camisine yapılan saldırıda Cuma Namazını eda eden 40 Müslümanın hayatını kaybettiği haberi yüreğimizi dağladı. Haberlerde Linwood Mahallesinde bulunan bir camiye de saldırı düzenlendiği söyleniyor ve bilanço artıyor deniyor.

Bu yazıyı kaleme aldığım sırada bu şehirde sokağa çıkma yasağı uygulanıyordu ve polis yetkilisi Mike Bush, "Christchurch'ün Hagley Park bölgesindeki El Nur Camisi ve Linwood'daki camiye düzenlenen saldırıların ardından ülkedeki tüm camilere kapılarını kapatmasını ve hatta vatandaşların camilerden uzak durması uyarısında bulunuyor. Garabete bakınız ki bizzat önlem alıp güvenliği sağlamakla görevli bir yetkilinin bulduğu çözüm bu kadar aciz. Peki, Müslümanların evlerine saldırılar düzenlenirse ne diyecek acaba? Biz sizi koruyamıyoruz ülkeyi terk edin mi?

Başbakan Jacinda Ardern de yaptığı açıklamada "Bilanço hakkında tam bir açıklama yapmasam da bu günün Yeni Zelanda'nın en karanlık günlerinden biri olduğu açık. Açıkçası, burada olanlar, olağanüstü ve benzeri görülmemiş bir şiddet eylemidir." diyor. 

Hani biz de bir olay olduğunda herkes bas bağırır "Nerde devlet, istihbarat, emniyet?" diye Şimdi sormak gerekmez mi şu an için biri kadın üç erkek olmak üzere dört kişi tutuklanıyor, işin arkasında daha kimler var belirsiz iken, yani olay münferid değil, organize bir hareket iken neredeydin? Neden göz yumdunuz? Şimdi de camilere yaklaşmayın diye nara atıyorsunuz? Amacınız camileri kapatmak mı?

Oysa olayın faili olan 28 yaşındaki cani serseri Brenton Tarrant, kendi YouTube sayfasından 70 sayfalık bir manifesto yayınlıyor ve tüm Müslümanları tehdit ediyor. Ama sen ardında koca İngiliz İstihbaratı olduğu halde uyuyorsun. 

 İskoç bir aileden gelen ve Avustralya'da doğan Tarrant'ın manifestosunda Türklerle ilgili bir bölüm var. "Türklere" diye başlayan bölümde bakın neler yumurtlamış:

"Topraklarınızda huzur içinde yaşayabilirsiniz, size zarar gelmeyecek. Boğaz'ın Doğu yakasında. Ama Boğaz'ın Batı yakasında bir yerde yaşamayı denerseniz, Avrupa'ya gelirseniz sizi öldüreceğiz. Konstantinopolis'e gelir, tüm cami ve minareleri yıkarız. Ayasofya minarelerden kurtulacak ve Konstantinapol hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak!"
Buyurun bakalım, kim terörist, kim vahşi, kim bedevi?
Bu cani kendinden o kadar emin ki saldırı anını tıpkı bir internet oyunu oynar gibi canlı olarak yayınlayabiliyor. 
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın da dediği gibi "Bu saldırı, İslam karşıtlığının ve Müslüman düşmanlığının geldiği son noktayı göstermektedir. İslam ve Müslüman karşıtı İslamofobik söylemlerin sapık ve canice bir ideolojiye dönüştüğünü defalarca gördük. Dünya artık bu söylemlere karşı sesini yükseltmeli ve İslamofobik faşist terörizme dur demelidir." 
Ama nerede?
Timsah gözyaşlarıyla zaferini kutlayan bu medeniyetin, bu ve benzeri vahşetleri durduracağını beklemek sanırım beyhude bir bekleyiş olacak. Ancak başta ülkemiz olmak üzere tüm Müslümanların birbirlerine kenetlenmeleri gerekir. Ülkelerini bu emperyalistlerin sömürmesine engel olmaları gerekir. Aralarındaki farklılıkları, ihtilafları azaba değil rahmete dönüştürecek bir anlayışın, bir sağduyunun yerleşmesini sağlamak gerekir. 

Onların oyuncağı, piyonu olmamalıyız. Elimize tutuşturulan silahlara iyi bakmalıyız. Hangisi bizim? Neden elimize tutuşturuldu? Sormalıyız. Ecdadımız fethettiği yerlerde din adamlarına, ibadethanelere dokunmadı. Çocuğa, kadına, ihtiyara dokunmadı. Yakmadı, yıkmadı. Bu gerçekleri Batının gözüne sokmalıyız. Esas canilerin, katillerin, teröristlerin kendileri olduğunu her fırsatta yüzlerine belgelerle haykırmalıyız. Yazacağımız romanlarla, hikâyelerle, şiirlerle, senaryolarla, oynayacağımız tiyatrolarla, filmlerle, dizilerle onları teşhir etmeliyiz. 

Bir olmalı, iri olmalı ve diri olmalıyız. Uyanmalıyız, uyanık olmalıyız. 
Bu vesile ile hunharca, kahpece şehit edilen kardeşlerimize rahmet, ümmetimize başsağlığı diliyorum.