Gittikçe değerlerinden ve mukaddesattan uzaklaşılan, ahiret kaygısının olmadığı, ahlaksızlığın zirve yaptığı, güvensizliğin yaygınlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu karanlıklardan ise ancak vahyin inşa ettiği değerlerimize sımsıkı sarılarak aydınlığa çıkabiliriz.
Kur'an ve Peygamberimizin güzel ahlaka bezenmiş sünneti seniyesi, tek kurtuluş reçetesidir. O'nu önce anlamak ve yaşamak sonra da 'Asrın idrakine söyletmek' biz Müslümanların en başta gelen vazifesidir. Toplumları 'cinnet uygarlığının, krizden krize sürüklediği çıkmazdan kurtaracak olan İslam'ın hakka, adalete, kardeşliğe ve sosyal adalete dayanan ilkeleridir.  Dünya zevklerinin ağırlık kazandığı, teknolojinin, paranın, şanın, şöhretin, şehvetin insanlığın dengesini bozduğu asrımızda yerinden koparılan değerleri yerine kim koyacak? Kur'an'ın deyimi ile Allah'ın boyası ile boyanmamıza kim vesile olacak? Ailelerin dağılmaya yüz tuttuğu, fuhşun, her türlü ahlaksızlıkların ve haramların zirve yaptığı, her şeyin hercümerç içinde olduğu, Akif'in: 'Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta, Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi' dediği bir dünyada yaşıyoruz. 
Kur'an'da "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun..." (Tahrim 6) Kendi islâmî kimliğimizi bile korumamızın zorlaştığı bir dönemde ehlimize ve ümmetin çocuklarına nasıl sahip çıkıp koruyacağız. Necip Fazıl'ın da dediği gibi;  Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. Her türlü bilgiye kolay bir şekilde ulaşılabildiği bir dönemde, gençlerimizi her türlü ahlaksızlıkların sergilendiği kir akan oluklardan nasıl koruyabileceğiz ve biz olarak kalabileceğiz. Modern hayatın dayattığı her şeyi, elinizin tersiyle itip kendimize ait bir hayatın temellerini atarak, bunun inşasını düşünmek zorundayız. Modernleşme ve küreselleşme karşısında ülkemizin toplumsal yapısından kaynaklanan problemler var. Ayrıca toplumun temel taşı  olan ailenin çöküşü ve çözülüşü var. Ailede olması gereken ve aileyi ayakta tutan karşılıklı sevgi, saygı ve güven ortamının gittikçe zayıfladığına şahit oluyoruz. Değişim olması gerekiyorsa bile dışarıdan telkinlerle değil, içerden inancımızın bize yüklediği sorumluluğun bir gereği olarak olmalıdır. Bunun için de değişkenlerle, sabiteleri çok iyi bilmek zorundayız. Esas mesele de 'Değişerek biz kalmak, biz kalarak değişmek' Aklımızı, neslimizi, canımızı, eğitimimizi, sağlığımızı ekonomimizi islâmî hassasiyetlerimizi göz önünde bulundurarak ve koruyarak değişmek. Biz kalabilmek için çok değil hattinden fazla çalışıp gayret göstermek zorundayız. Ne acıdır ki yalanın, ihanetin, vefasızlığın, iftiranın, riyanın, açgözlülüğün, gösterişin meşru görüldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Maalesef ideal, model insan örneklerimiz çok az. Hiç kendimize bakmıyor sürekli başkalarını eleştiriyoruz. Bu yüzden insanlık Allah'ın elçisinin örnek şahsiyetini tanımaya muhtaçtır. 
Dini hayatın dışına çeken her şeyle mücadele, öncelikle kendi değer ayarlarımıza dönmemizle mümkün olabilir. Ahlak ve maneviyat olmadan benliğimizi koruyarak huzuru yakalamamız mümkün müdür? Değerler, gelişecek bir iklim ortamı bularak toprağa kök salması gereken ağaçlar gibidir. Akıllı olan kişi, ağaçların gövde çapına değil, kökünün sağlamlığına bakar. Kökleri çürümüş ağaçlar, ne kadar kalın olurlarsa olsunlar, onları yıkacak bir fırtına mutlaka kopar. Medeniyetin kökü, değerler sistemi, o kökün yayıldığı toprak, insanların gönlü ve bilinci, o toprağı besleyecek yağmur ise iman, ibadet, salih ameller, ahlak ve adalettir. Hal böyle olunca islâmî hassasiyeti olan sorumluluk sahibi ilim ve fikir insanlarımızın kısır çekişmelerini ve egolarını bir tarafa bırakarak üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmek zorundadırlar.  Dünya malına tamah, daha çok kazanma hırsı,  israf, bizleri aşırılığa ve ölçüsüzlüğe sevk ederek, gönül yapmak yerine gönül kırmaya yönlendiriyor.
Kur'an, sıkça iman ve salih amelden söz eder. Bizim inanç değerlerimiz eğitim de ilmihal bilgileri ile başlardı. Evde, okulda, iş yerinde dürüstlüğün, iman ve amelin ölçüleri verilirdi. Yani insanlara şahsiyet kazandırılırdı. Toplumu değiştirmek nefislerde olanı değiştirmekle mümkündür. Kendimizi değiştirmeden başkalarını değiştirmeye kalkmak bir anlam ifade etmez. Nefislerdeki marazlardan ve zanlardan kurtulup Allah'ın boyası ile boyanmadıkça eyleme dönüşmeyerek lafta kalan söylemler bir anlam ifade etmeyecektir. Bunun için de salih amellerle imanı besleme zarureti vardır ki iman da amellerimizi ölçülendirerek yüreklerimizin pasını silip duymayan kulaklarımızı duyar, görmeyen gözlerimizi görür hale getirsin. İbadetlere dikkat edildiği kadar ahlaki davranışlara da dikkat edilmesi gerekir. Ahlaki zaaflarımız çoğaldıkça ibadetlerimizin bereketi de azalır. İbadet dünyamız derinleştikçe ahlakımız da güzelleşir. Abdullah bin Mübarek, kötü huylu bir kimseyle yolculuk yapar. Seyahatleri bitip ayrıldıklarında ağlamaya başlar. 'Neden ağlıyorsun? Seni böylesine mahzun eden şey nedir?' diye sorduklarında.  "O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hallerini düzeltemedim. O biçarenin ahlakını güzelleştiremedim. Düşünüyorum ki; acaba benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım? Şayet o, benden kaynaklanan bir hatadan dolayı istikamete gelmediyse, yarın halim nice olur!" diyerek ağlamasına devam eder. Rabbimiz bizleri de insanlığın şu hâline gözyaşı döken kullarından eylesin.
Dinimiz bir hayat nizamı ve yaşam tarzıdır. İnandığı gibi değil, yaşadığı gibi inananlar, dinî kisvelere bürünse bile içi boş bir dindarlığın temsilcisidirler. Hayatın her karesine yansıtılmayarak, vicdanlara hapsedilmiş olan bir din Allah indinde bir anlam ifade etmez. Hiç kimse kafasındakine göre olanı, aklını ilah edinerek, din yerine koyamaz. Başvurmamız gereken ana kaynaklarımız; Kitap, Sünnet, İcmayı Ümmet ve Kıyası Fukaha'dır. Bunlar bizim din anlayış ve yaşayışımıza rehberlik yapar. Biz müminler hayat tarzlarımızı bunlara göre tanzim ederiz. İhlas ve samimiyet dinimizin temel terimlerindendir. Zıddı ise riya ve gösteriştir. Peygamberimize "Kurtuluşa eren fırka hangisidir" diye sorulduğunda: "Benim ve Ashabımın bulunduğu yola uyanlardır" buyurmuşlardır.    
Dünyaya geliş gayemizi, imtihan dünyasında olduğumuzu, şeytan ve nefsin hiç boş durmadığını, hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Yüce Rabbimiz ümmeti Muhammed'i tüm şerlerden koruyarak islâmî kimliğini koruyabilen kullarından eylesin.