Osmanlı Devleti'nin tasfiye sürecinin hemen akabinde 1923 yabancılaşma döneminin yıkıcı rüzgârlarının ikliminde, çelik dişliler arasında öğütülen, ezilen nesillerin tortusunda açan bir çiçekti O. 
1934 yılında Kahramanmaraş'ta dünyaya geldiği andan itibaren Merhum Babası Emin Efendi ve Merhume Annesi Hatice Vecihe Hanım'ın eskimez bilgilerinin yeni diye dayatılan ve kökleri bu topraklara ait olmayan bilgilerle çatışmasıyla büyüdü. Ancak bu çatışma Nuri Pakdil'in damarlarına kadar işledi. Sürekli sorguladı, yadırgadı, öfkelendi, hüzünlendi. "Bakışlarındaki acıya dostları tarafından bir kavga emanet edildi." İlk gençlik yıllarında çıkardığı Hamle dergisiyle o artık Nuri ağabey idi.

Öyle bir ağabeylik ki bu; el öptürmez, incitmez, hor görmez, enaniyet göstermez, üstten bakmaz vs. Öyle bir ağabeylik ki bu; muhatabına "bayım" diyecek kadar saygılı, yeni doğan bir bebeğe "Her insan yeryüzüne eklenen bir sorumluluktur doğumla birlikte ve Allah'ın insanlardan umudunu kesmediğinin göstergesidir" sözünü nakşedecek kadar klas bir duruştur.

Lise yıllarında birlikte hareket ettiği isimlerle anlık değil ahretlik bir davanın meşalesini yakmıştır. Dava arkadaşlarından olan Adil Erdem Beyazıt, Nuri Pakdil'e ithafen yazdığı o eşsiz şiirini; 
" …Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü
Çatlayacak yalanın çelik kabuğu

Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu." dizeleriyle bitirirken "İki kişi yolculuğa çıkıyorsa birisi imam olsun" hadisinin güzelliğini bizlere hatırlatıyor. 
Necip Fazıl Kısakürek'in başlattığı fikir kavgasının izinde İstanbul olmazsa olmazlardandı. Nuri ağabey de İstanbul'a üniversite vesilesiyle gelmişti. Kendisiyle her buluştuğumuzda hassasiyetle anlattığı İstanbul Üniversitesi. 

"Biliyor musun bayım, dünyadaki Müslüman devletler içerisinde bulunan hiçbir üniversitenin kapısında ayet yazmıyor; sadece İstanbul Üniversitesi'nin Beyazıt Kampüsü'nün girişinde ayet yazıyor" diyerek o ayetleri bize okurdu. 

Kavgası O'nu burada da yalnız bırakmamış ve 60 darbesinin öğrenci olaylarına yakından tanık olmuştur. Sistemin, gençleri nasıl harcadığına, 1923'te başlayan yabancılaşmanın devam eden zulümlerine yakinen tanık oluyor ve yaşıyordu. Böylelikle yazı hayatını daha da derinleştirerek "Ülkemize sanatla ve edebiyatla yerleşen yabancılaşma yine ancak sanatla ve edebiyatla atılır" diyerek Hukuk Fakültesini bitirmesine rağmen edebiyatla ilgilenmekten, edebiyatta ve sanatta derinleşmekten vazgeçmemiştir. 
Kalemlerinin kalesi olacak o merkez üssünü - Edebiyat Dergisi/Yayınları- kurarak 1984 yılına kadar 18 kitap yazmıştır. 1984'e gelindiğinde ise elindeki tüm dergi ve kitapları Ankara'da dağıtmış ve uzunca bir süre sükûta geçmiştir. 

"Dilim döndüğünce sustum" dediği bu süreci "Sükût Suretinde" isimli kitabıyla bitirerek elinden bırakmadığı kalemini tekrar kuşanmıştı. Evine misafir olduğumuz onlarca ziyarette de şahit olduk ki not defteri ve kalemleri vücudunun birer uzvu olmuştu. Yazılan tüm mektuplara cevap verirdi. Cevapladığı mektuplardan da 3 ciltlik kitabı okuyucuya miras bıraktı. Ve biz mektubun sadece mektup olmadığını da Nuri ağabeyden öğrenmiş olduk.

O'ndan öğrendiklerimizi bu sayfalara sığdırmak mümkün değil ancak biz O'ndan Kudüs'ü sevmeyi öğrendik. Kudüs'e ayarlanmayı, Kudüs'e yürümeyi, yürüyünce ayağımıza Kudüs gücünün geleceğini öğrendik. Kudüs'e ayarlanmadan yaşamanın anlamsızlığını, Kudüs'ü sevmenin Mekke'yi, Medine'yi ve İstanbul'u sevmek olduğunu öğrendik.

81 yaşındayken kavuştuğu Kudüs'te gençleştiğini gördük; heyecanının ilk günkü gibi diri olduğuna, sağ kolunda taşıdığı Kudüs zincirini yüreğine perçinlediğine şahit olduk. 
Biz O'ndan karşı anamalcılığı, karşı sömürgeciliği öğrendik. Kara siyasaya boyun eğmeden yaşamayı, okumadığımız gün karanlıkta olacağımızı kuşandık.

"Bir şeyi severken az sevmemeyi, hele orta hiç sevmemeyi, hep çok sevmeyi" tahayyül ettik. "Nikâhın önce gökte kıyıldığının, sonra yeryüzünde olacağının" timsalini anladık.
Ve Kudüs bilinci kadar önemli bir mirası yüreğimize nakşettik:

"Sevgili arkadaşlar: Hepinizi anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-faşist, anti-komünist, anti-nazist, en önemlisi de Türkiye özeline ait olmak üzere anti-siyonist ve anti firavunist bilinçle, kökleri Asr-ı Saadete dayanan devrimci duruşla selamlıyorum. 
Yaşasın yeryüzündeki tüm inananların birlikteliği.
Yaşasın Ulu Önderimiz, Sevgili Peygamberimiz Muhammet Mustafa (s.a.s)'ya olan sarsılmaz bağlılığımız. 
Yaşasın Şeriat!
Ne Mutlu Müslümanım diyene!"
18 Ekim 2019 - Ankara…
İmanın güneş yüzlü çocuklarını yetiştiren Üstadımızı en sevgiliye uğurladık.
Aradan 1 yıl geçti… Kitapları, cümleleri, kelimeleri, kalemleri insanlığa ışık olarak kaldı.
Mekânı cennet, makamı âli olsun… Hasret ve hürmetle…
Vesselam…