Çocukluk yıllarımda yorganını yastığını sırtına sarıp Ankara'ya mevsimlik çalışmaya gidenlerin hikâyesini bilirim. İşte bu hikâyelerden biri de Feyzullah'ın acıklı hikâyesi: "Gayri buralarda bize rahat yok." Dedi Feyzullah "ya aç kalıp öleceğiz ya da yaşamak için ekmeğimizin peşinden gideceğiz". Feyzullah kırk beş yaşındaydı iki kız çocuğu vardı. Belediye'de temizlik işçisi olarak çalışırken, şirketi ihaleyi tekrar kazanamadığı için yeni gelen şirket işten çıkardığından o da işsizler kervanına katılmıştı. 

İşten atılınca köyüne döndü Feyzullah. Bir süre biriktirdikleriyle yetindi, daha sonra sağa sola borçlandı. Yakınlarından da destek görmeyince eski işine yani tırpan biçmeye başladı. Toprağı, tarlası yoktu Feyzullah'ın, olanı da icara veriyordu. Çevre köylerin en iyi tırpan biçeni oydu. Ama işler eskisi gibi değildi artık. Köyden kentlere yoğun göçler olmuş, toprağı ekip biçen azalmıştı. Olan da kendi imkânlarıyla hallediyordu işini.

Bir akşamüzeri karısı Seher ile baş başa kalınca sedirde göğsüne yasladığı karısına: "Sende en çok neyi seviyorum biliyor musun?" dedi. Seher "Neyi" dedi. Alnına bir öpücük kondurdu Feyzullah "Hani ara sıra sana "Seher" diye sesleniyorum ya. Dönüp baktığında öyle masum gözüküyorsun ki, öyle sevecen, öyle cana yakın. Sımsıkı sarasım geliyor seni, ölene kadar bırakmayacak gibi."
Bu konuşmadan üç gün sonraydı okullar tatil olunca mevsimlik işçi olarak Uşak'a gitmeye karar verdiler. Feyzullah'ın amacı üç ay boyunca orada çalışıp okullar açılınca tekrar dönmekti. Üzerinde yaşadıkları toprak doyurmayacaktı karınlarını. Önceleri kabul etmek istemedi Seher: "Ne yaparız bilmediğimiz ellerde" dedi ama Feyzullah oraları iyi biliyordu. Evlenmeden önce gitmişliği vardı. "Bana güven" dedi karısına "kapının önünde duran eski arabayı neden satmadığımı sanıyorsun? Arkaya eşyalarımızı doldururuz çocuklarla da sen yanıma oturursun. Gittiğimiz yerde işimiz hazır. Ben her şeyi ayarladım merak etme."

Arabayı yükleyip köyden çıktıklarında kimseye haber etmediler. Zaten kimsenin kimseyi arayıp sorduğu da yoktu. Malatya'dan yola çıkmışlar, Ankara üzerinden gideceklerdi çalışacakları yere. Feyzullah karısı ve çocuklarına söz vermişti: "Bir yer biliyorum Kırıkkale'yi geçtikten sonra bir fırıncı var. Böyle ekmek yok! Öyle sıcak öyle güzel kokuyor ki yolun kenarına sereriz soframızı. Ekmek, çökelek, domates doyururuz karnımızı."

Oraya gidene kadar çocuklar uyudu, Seher de başını kocasının omzuna koydu saatlerce yol aldılar. Fırına yaklaştıklarında arabayı yolun kenarına çekti Feyzullah, kızlarını uyandırdı: "Haydi bakalım annenize yardım edin". Fırın yolun karşısındaydı. Feyzullah ekmek almak için karşıya geçmeye hazırlanırken onlarda sofra bezini yolun kenarındaki yeşilliğe serdiler. Güler sofrayı hazırlarken annesine "Daha yolumuz çok mu?" diye sordu. "Ben bilmiyorum kızım" dedi "gelince babana sor, o da geliyor zaten."

Kocasına dair son sözleri bu oldu Seher'in. Trafik bir hayli sıkışıktı. Feyzullah karşıya geçmek için fırsat kolluyor ama her defasında gerisin geri dönüyordu. En son geçmeye karar verip de yolu yarıladığında fren sesiyle irkildi Seher. Feyzullah havada uçuyordu, elindeki ekmekler sağa sola savruldu, yere düşmesin diye melekler ona kanat takmış bir başka diyara doğru götürüyordu sanki. Kızları birden "Baba" diye bağırdı, Seher "Feyzullah" diye dizlerine vurdu. Gökyüzünde kuşlar Feyzullah'ın önüne düşmüş onu karısından kızlarından uzak bir diyara götürüyordu. Birden ortalık sakinleşti, kuşlar sustu, insanlar sustu, böcekler, otomobiller, Güler sustu, Zeliha sustu, Seher sustu. Bir tek Feyzullah'ın sesi yankılandı gökyüzünde: "Seher" diye bağırıyordu Feyzullah: "sende en çok neyi seviyorum biliyor musun?..."  Bu Feyzullah'ın son sözleri oldu. (kaynak. Veli Bayrak'ın Tırpan adlı öyküsü).