Yaş iler­le­dik­çe, da­ha bir etik dü­şün­me­ye, ken­di­si­ni da­ha bir elek­ten ge­çir­me­ye baş­lı­yor in­san. Geç­miş­te­ki ha­ta­la­rı ile yüz­leş­me­ye da­ha bir açık, do­la­şır­ken çar­şı­da, kü­çük bir el uzan­dı önü­me:  "Men­dil alır­mı­sı­nız?" Dik­kat­li bak­ma­sam, kı­sa saç­la­rı, gü­neş­ten yan­mış kol­la­rı ve kı­sık ses to­nu ile er­kek ol­du­ğu­nu sa­na­cak­tım. Tam bir li­ra ve­rip kâğıt men­di­li alı­yor­dum ki, ayak­la­rı­nın çıp­lak ol­du­ğu­nu gör­düm. Ka­yıt­sız ka­la­ma­yıp sor­dum: "Aya­ğın­da ni­ye bir şey yok?" "Yır­tıl­dı" de­di. Aras­ta­nın ya­nın­day­dık ve ço­cu­ğun ko­nuş­ma­la­rı çok sa­mi­miy­di. Bu ço­cuk o an, be­nim için bir sem­bol olu­ver­di. Ya­nın­dan ge­çip gö­re­me­di­ğim, ağ­la­dı­ğın­da so­ra­ma­dı­ğım, düş­tü­ğün­de kal­dı­ra­ma­dı­ğım, bir şe­kil­de ba­si­re­ti­min bağ­la­nıp eli­mi uza­ta­ma­dı­ğım… Bir­çok sa­bı­kam olan suç­lar­dan bi­ri­si, ete ke­mi­ğe bü­rün­müş, kar­şım­da du­ru­yor­du. He­men avu­ka­tı­mı ara­dım. Vic­da­nı­mı… O da meş­gu­le at­ma­dı ve ba­na "za­ten şart­lı sa­lı­ve­ril­miş du­rum­da ol­du­ğu­mu, bu du­ru­mu iyi kul­lan­mam ge­rek­ti­ği­ni" ha­tır­lat­tı. Te­şek­kür et­tim. "Gel sa­na bir ayak­ka­bı ala­lım" de­dim. "Ter­lik" de­di. Aya­ğın­da yır­tı­la­nın ter­lik ol­du­ğu­nu, ter­li­ği da­ha çok sev­di­ği­ni söy­le­di. Di­le­ni­yor gi­bi ol­sa umur­sa­ma­ya­cak­tım. Oku­lu­nu, adı­nı, sı­nı­fı­nı, her şe­yi söy­le­di. So­kak­ta ki oyu­nu­na bir sü­re ara ver­miş ve bi­raz­dan kal­dı­ğı yer­den de­vam ede­cek gi­biy­di. Ve ben yıl­lar­dır ta­nı­dı­ğı bir am­ca­sı… Ayak­ka­bı­cı­la­ra yak­laş­mış­tık ki "be­nim bir ya­şın­da bir kar­de­şim var, onun da ayak­ka­bı­sı yok" de­di. He­ye­can­lan­dım o an… Mem­le­ket ya­nı­ma gel­miş, ayak­ka­bı­sı yok! Bay­ram sa­bah­la­rı­na be­nim­le bir­lik­te uya­nan, ay­nı yas­tı­ğa baş koy­du­ğu­muz ayak­ka­bı­la­rı­mı ha­tır­la­dım.  "Ta­mam" de­dim. Ço­cu­ğa bir ter­lik, kar­de­şi­ne de yü­rü­me pa­ti­ği al­dık. Son­ra o git­ti. Te­şek­kür et­me­si­ne izin ver­me­dim. Dör­dün­cü sı­nıf­ta al­dı­ğı tak­dir üze­ri­ne "hak et­ti­ği­ni" söy­le­dim. 
İçim­de gü­zel duy­gu­lar­la, ken­di­si­ne uza­nan ele ica­bet gös­ter­miş bir va­tan­daş ola­rak, ço­cu­ğa ilk rast­la­dı­ğım yer­den ge­çer­ken, ayak­la­rı çıp­lak baş­ka ço­cuk­lar gör­düm. "Ama bun­lar onun gi­bi de­ğil" de­dim içim­den. Mes­le­ğim­den do­la­yı ço­cuk­la­rın vü­cut di­li­ni an­la­dı­ğı­mı dü­şü­nü­yor ve bu ko­nu­da­ki ka­na­ati­min,  bir ves­ve­se ile bo­zul­ma­sı­nı is­te­mi­yor­dum. Be­nim­ki­si sa­de­ce şart­lı sa­lı­ve­ril­me­nin bir ge­re­ğiy­di. Hat­ta şük­ret­me­liy­dim kar­şı­ma böy­le bir tes­tin çık­ma­sı­na. Do­laş­ma­ya or­ta­lık­lar­da da­ha bir yü­züm var­dı. Dü­şün­ce­le­ri­mi pe­kiş­tir­mek için bir ta­ne­si­ne yak­laş­tım. Da­ha ben ta­lep et­me­den men­di­li ce­bi­me so­kuş­tur­ma­ya ça­lı­şan ço­cu­ğun, kur­du­ğu dü­zen­siz cüm­le­le­rin her bir ta­ra­fı­na yer­leş­tir­di­ği, "abi, ne olur, ra­zı, Al­lah, ol­sun" ke­li­me­le­rin­den,  bu işi mes­lek edin­di­ği an­la­şı­lı­yor­du. Tam tes­pi­ti­min doğ­ru­lu­ğu be­ni ra­hat­lat­mış­ken, yaş­lı bir am­ca gir­di ara­ya: "Ye­ğe­nim bak­ma sen bun­la­ra! Bun­lar­dan bur­da çok. Ak­şa­ma ka­dar mil­le­te sü­lük gi­bi ya­pı­şı­yor­lar…"
Yaş­lı am­ca hak­lıy­dı. Bu yüz­den ke­sin ve net ko­nu­şu­yor­du. Tec­rü­be… Bir sü­rü da­va­nın üs­te­sin­den gel­miş, gör­müş ge­çir­miş, cad­de­ler­de sa­lı­na sa­lı­na yü­rü­me­yi hak et­miş, ikin­di na­ma­zı­na ab­dest al­ma­ya ha­zır­la­nan bir am­ca… Bu sö­zün üze­ri­ne ko­nuş­mak, bi­li­me, fen­ne ay­kı­rı olur­du! Sus­tum… 


Doğ­du­ğum­dan be­ri içim­de bü­yüt­tü­ğüm, za­rar gel­me­sin di­ye üze­ri­ne tit­re­di­ğim ve bel­ki de çok ile­ri­de be­ra­atı­mı sağ­la­ya­cak duy­gu­la­rı­mı da­ha faz­la yıp­rat­ma­ma­lıy­dım. Ko­nu­şur­ken, ço­cu­ğun söy­le­di­ği bil­gi­ler ak­lı­ma gel­di. Sı­nı­fı­na, nu­ma­ra­sı­na ka­dar bil­di­ğim oku­lu­na git­tim. Reh­ber­lik ser­vi­si­ne sor­mak da­ha doğ­ru olur di­ye dü­şün­düm. Reh­ber öğ­ret­men, ço­cu­ğun, kon­trol­le­ri al­tın­da ol­du­ğu­nu, se­kiz kar­deş ol­duk­la­rı­nı, ba­ba­la­rı­nın ya­kın za­man­da ve­fat et­ti­ği­ni söy­le­di. 


"Evet!" Hak­lı çık­mak, hiç bu ka­dar gü­zel gel­me­miş­ti ku­la­ğı­ma… Dı­şa­rı çık­tı­ğım­da yağ­mu­run yağ­dı­ğı­nı fark et­me­dim. Is­lan­mı­yor­dum da… Ha­fif­ten bir rüzgârın saç­la­rı­mı dü­zelt­ti­ği­ni, eğ­di­ği ağa­cın, ba­na hür­met­ten eğil­di­ği­ni dü­şün­düm. Oto­büs du­ra­ğı­na yü­rür­ken, o yağ­mur­da, ter­te­miz­di her yer! Teb­rik­le­ri ka­bul et­tim; bi­rer bi­rer… Ha­va­ya gir­mek, şı­mar­mak bi­le ya­kış­tı bu se­fer... Ne top­la­dı­ğım ödül­ler ne de göğ­sü­me ta­kı­lan apo­let­ler… Ne an­lam­sız­mış me­ğer. O ço­cu­ğun yü­zün­de­ki, ak­lım­da ka­lan son gü­lü­şü var ya; dün­ya­la­ra de­ğer!