Okulumuzda her sınıf, kültürel etkinliklerde bulunurdu. Duvar gazetesi çıkarır, münazara ve bilgi yarışmaları düzenlerdi. İmkan buldukları anda sınıf geceleri düzenlemeyi bile göze alırlardı. Sınıfımızda her yıl halka açık sınıf geceleri düzenlemek bir gelenek haline gelmişti.
Dördüncü sınıftayken de bir sınıf gecesi yapmak istiyorduk. Zira ekibimiz, her an bir eğlence programı ortaya koyacak kapasitedeydi. Mayıs ayının başında programımızı sahneye koymayı planladık.
O sene idare binasının bodrum katı ve birinci kat kullanılır hale gelmişti. Birinci kata beş şube, bodrum kata da yemekhane taşındı. Biz de programı, yemekhanede sahnelemeye karar verdik.
Yemekhanenin masalarını birleştirip sahne oluşturduk. Çarşaflardan perde yaptık. Tabureleri de salon sandalyesi olarak dizdik. Salonumuz, sınıf gecemiz için hazır hale geldi.
Fısıltı gazetesiyle yaptığımız duyuru sayesinde salonumuz, tıklım tıklım doldu. Şehrin her tarafından seyirci gelmişti. Arkadaşlarımızın hazırladığı parodilerle herkes kahkahaya boğuluyordu. Hele Yahya Uzun'un taklitlerine Ahmet Lütfi Kazancı hocamız bile bayılıyordu.
Salonda böylesine neşenin hakim olduğu bir sırada ortalarda bir öğrencinin bayıldığını duyduk. Derhal hastaneye götürülmesi gerekiyordu. Ancak okulun bahçesinde, çevresinde, hatta mahallede bile araba yoktu. Allah'tan ki dernek başkanımız Mehmet Balaban da seyirciler arasındaydı. Onun arabası vardı. Onunla bayılan arkadaşımızı hastaneye götürdüler.
Acildeki doktor muayene ediyor. Hiçbir sebep bulamayınca aralarında şöyle bir konuşma geçiyor:
-Sabahleyin ne yedin?
- Çorba içtim.
-Öğleyin?..
-Su içtim.
-Akşamleyin?..
-Yine su içtim.
Bunun üzerine doktor, dışarı çıkıyor. Mehmet Balaban'a:
-Endişe edilecek bir şey yok. Çocuk, açlıktan bayılmış. Götür, karnını doyur, diyor.
Bunun üzerine Mehmet Balaban, çocuğu alıp bir lokantaya götürmüş. Açlıktan bayılan çocuğun iştahla yemek yeyişini izlemiş. İyice doyduğuna emin olunca onu alıp okula getirmiş. Okul idarecileriyle birlikte kaldığı eve gitmişler, inceleme yapmışlar. Durumunun çok vahim olduğunu görünce dernek yatılısı olarak ücretsiz yatılı statüsüyle eğitimine devam etmesine karar vermişler.
Aslında bu, tek olay değildi. Okulumuzda bu durumda olanların sayısı, azımsanamayacak kadar çok. Sınıf gecemiz, gizli bir derdin açığa çıkmasına vesile oldu.
Sınıfımızda bile evinde günlük erzakı bulunmayan, yakacak odun veya kömürü olmayan, hatta ders kitaplarını ve defterlerini alabilecek gücü olmayan arkadaşlarımız vardı. Bir vesile ile durumunu öğrendiklerimize yardım yapılmasını sağlıyorduk. Ama pek çoğu, halini hiç sezdirmiyorlardı. Ancak spor kıyafeti olmadığı için beden eğitimi derslerinde başka sınıflardaki arkadaşlarından ödünç kıyafet ve ayakkabı aldıklarında biraz bir şeyler anlardık. Zaten okulumuzun yarısı böyleydi. Bundan sonuç çıkarmamız da imkansızdı.
Bazen idarecilerimiz, evlerde kalan arkadaşların evlerine ani ziyarete giderlerdi. Biz, bunu bir disiplin uygulaması sanıyorduk. Halbuki onlar, öğrencilerin kaldıkları yerlerin vaziyetini görmeye, yoksulluklarını gözlemlemeye geliyorlarmış. Bunu, çok sonra anladık.