Bir zamanlar Anadolu'da baba, dokusu taştan, güneşin ve rüzgârın birlikte şekillendirdiği tek tip bir canlıydı. Herkesin evinde sahip olduğu baba, ufak tefek hasletler dışında farklılık göstermez ve sırf bu yüzden belki de, kimse kimsenin babasını kıskanmazdı. Ciddiyet, genel duruşlarının olmazsa olmaz bir parçası, elbiselerini tamamlayan en önemli unsurdu. Asık surat babalığın şiarındandı. Bu düşünce, yüzü düşmüş herkesi, evli olmamalarına rağmen uzun süre baba sanmama sebep olmuştur. Bir keresinde baba suratını evde unutan bir adam gördüm. Gülüyordu. Döndüm bir daha baktım arkasından. Çocukları için endişelendim.
Mesai bitimi mahalleye bölük bölük gelirlerdi. Eve geçiş töreni sırasında en ufak bir muhabbete yol açmasın diye evlatlarla göz göze gelmemeye özen gösterilirdi. Hiç kimse hafif baba damgası yemek istemezdi. Olası bir muhabbet ortamı babalığa gölge düşürebilirdi. Bütün babalar başarılı(!) bir şekilde evlerine giderken, ciddiyetlerini muhafaza edenler, babalık konusunda umudunu devam ettirenlerdi. 
Bir keresinde, oyunda kavga çıkmış, ergenliği ucundan yakalamış olan bir arkadaşımız, diğerinin gözünü morartmıştı. Suçu sabit olan arkadaşımız, başına geleceği bildiği için iki mahalle öteye kaçmıştı. Olayı öğrenen babanın, elinde çifteyle sokaklara dalışını hiç unutmam. Yakalasa o çifteyi kullanıp kullanamayacağı, halâ kafamı kurcalayan bir sorudur. Amcasına kaçan çocuk iki gün sonra evine döndü. Tüm mahallenin önünde zarar verdiği arkadaşından özür diledi. 
Babaların ortak özelliklerinden birisi de alkol kullanmalarıydı. Ben bu durumun, tedavi amaçlı olduğunu düşünüyordum. Bir nevi tebessüm tedavisi de diyebiliriz. Alkollüyken gülüyorlardı. Faydalıydı sanki... Alkol iyi bir şeydi bence. Keşke hep alsalar derdim. Mahalleye güle oynaya gelen babalar... Annem efkârdan içtiklerini,  alkolün  iyi bir şey olmadığını söylerdi. 
Babalar kendilerine yakışan müzik türü olarak sanat müziğini seçmişlerdi. Türkü dinleyenleri de vardı ama çoğu sanat müziği sevdalısıydı. Efkârlarına tercüman olarak bu tarzı daha uygun görüyorlardı. Nakaratlara katılımlarına çok şahitliğim vardır. Müziğin meze olarak kullanımını, çatal kaşık sesleri arasında koro üyeliğini ilk defa bu meclislerde gördüm. Yine de bu durum babalara saygıyı azaltmıyordu. Terapi amaçlı olduğunu bildiğim buluşmalar, eğer babaların neşelenmesine, gülümsemesine sebep oluyorsa, benim desteğim de tamdı.
Acıları da neşeleri gibiydi. Göstermezlerdi. Taştan ses gelmediği gibi onlardan da ses gelmezdi. Üstlerine yağan kardan, tenlerini kavuran güneşten söylenmezlerdi. Çatlama noktasına gelmeden "ıh" demezlerdi. O yüzden kısadan ölürlerdi. Küt diye ölenleri en şöhretlileriydi. En çok çeken ve çektiğini belli etmeyen onlardı. Ani ölüm şaşılacak bir şey olsa da bıraktığı gizemin etkisi uzun süre üzerimizde kalırdı.
Ailenin en büyüğü olması hasebiyle tüm aile yazları bizim evde toplanırdık. Kuzenler, amcalar, halam... Herkes bizde. Mutluyuz. Bir ara babamın suratında bir tatsızlık, ifadesizlik gördüm. Sol eli koltuğun arasında, suratında nadir rastladığımız "gülümseyen baba" görüntüsünü zoraki korumaya çalışır halde... Amcalarım da fark etmişler durumu. Elini koltuğun arasından çıkardığımız zaman, saklanan acı ortaya çıkmıştı. Sol el parmakları kan toplamış, morarmıştı. Ve halâ babam "bir şey yok" diyordu. Oysaki damar tıkanıklığı yaşamaktaydı. Ne diyecekti? Yılda bir kez bir araya gelen büyük aile tablosunu bir kenara bırakıp, hastaneye mi koşacaktı? Bu hiç, bir baba'ya yakışır  mıydı? Zayıf karakterli düşük baba profili; Bu babama gitmezdi... Oracıkta ölür ama arkasında nesillerin konuşacağı bir hikâye bırakmanın keyfini sürerdi. Mahalledeki diğer babalar beni gördüklerinde, bir kahramanın oğluna bakar gibi gülümseyerek yanlarına çağırır, yanaklarımı sıkar, "nasılsın aslan parçası" derlerdi. Yetim tacını büyük bir onurla taşır, onu kimsenin incitmesine izin vermezdim.
Ameliyattan sonra babam on iki yıl daha yaşadı. Torunu olunca çok değişti. Klâsik baba görüntüsünden eser kalmadı. Acısını, neşesini belli etmeyen o adam yoktu. Gözlerinin niye yaşardığını ve ne zamandır ayakta durduğunu bilmeden, yeni uykuya dalmış minik bebeğin önünde, hayranlıkla bakıyordu. Biricik ciğerparesi gözlerini açacak, ilk ona gülümseyecek diye...