Türkiye'de bir kesimin Arap alerjisi yeni değildir. Araplar’ın Müslümanlığı ile doğrudan ilişkili olan bu durum, Osmanlı’daki batılılaşma hareketleri ile mayalanmışsa da asıl olarak vücut bulduğu dönem cumhuriyet sonrasıdır. Tümüyle batılı, seküler bir toplum oluşturma projesi olan cumhuriyet, bir aşiretin İngilizler’le girdiği ihanet ilişkisi üzerinden "Araplar bizi arkadan vurdu" retoriğiyle inşa ettiği düşmanlığı başarıyla toplumun geniş kesimlerinin zihinlerine kazımıştır.  O yüzden Türkiye, yıllar süren katliam ve tehcir sonucu 1948'de kurulan İsrail'i tanımak konusunda da, hala yüzümüzü kızartan Cezayir'in bağımsızlığına karşı Fransız işgalini desteklemekte de bir beis görmemiştir.   
Cumhuriyet elitleri olarak ifade edilebilecek bu zümrenin ve onların partisi olan CHP zihniyetinin Araplar’a bakışı hep üstenci,  aşağılayıcı,  hatta yok sayıcı olmuştur.  Esasen bu çarpık bakış sadece Araplar’a karşı olmayıp bütün Müslüman halklar için geçerliyse de, Araplar söz konusu olunca bu kibirli tutum daha bir dizginlenemez durumdadır. Bundan dolayıdır ki konuşma dilimizde Araplar’ı küçümseyen, aşağılayan, hatta hakaretlere varan birçok söz vardır ki, burada bunları tekrarlamak bile bir Müslüman için itikadi bir sorun teşkil eder. Söylenmişse vardır elbet bir sebebi diye düşünenler bulunabilir ancak, Türklerle ilgili benzer sözlerin de Araplar arasında yaygın olduğu düşünüldüğünde, bunun hiçbir haklı tarafının bulunmadığı ve bir projenin sonucu olduğu neticesine rahatlıkla varılabilir.
Atatürk'ün meşhur sofralarından eksik etmediği Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya adlı kitabında Araplar’la ilgili kullandığı ve yakın zamana kadar okullardaki Türkçe kitaplarında yer alan bölümler tam bir nefret dili olup, sadece Araplar’dan değil, İslam'dan da hazzetmeyen faşizan bir zihnin dışavurumudur. Bu nefret söylemi öylesine etkili olmuştur ki, neredeyse 1980'lerdeki Özal hükümetlerine gelinceye kadar sınır komşumuz olan Araplar bize okyanus ötesi ülkeler kadar uzak kalmıştır.
Mesela Hatay'a sadece üç yüz kilometre uzaklıktaki Beyrut'a gitmek istiyorsanız bunun için önce Paris veya Roma'ya gitmek zorunda idiniz. 1982 yılında İsrail'in Lübnan'a saldırdığı günlerde gazete muhabiri olarak Beyrut'a gitmek için yola çıkan C. Çandar, Beyrut'a gidebilmek için önce İstanbul'dan Roma'ya, oradan da Beyrut'a uçmak zorunda kaldığını anlatmıştı. Arap dünyasından gelen haberler de önce Fransa veya İngiltere'ye uğramak zorunda idi. Dört yüz yıl yönettiğimiz burnumuzun dibindeki topraklardan gelen haberler ancak İngiliz ve Fransız süzgecinden geçtikten sonra bizim basında yer alabiliyordu. 
Hakkını yemeyelim bizim elitler de epeyce değişti dünya ile birlikte. Tüm Araplar’a değilse de mesela Esed, Sisi ve Hafter gibi kendi halklarının düşmanı, batı kuklası adamlara  olan muhabbetleri tartışılmaz. İktidarı kaç yıldır Esed'le barışmadığı, Sisi ile aynı fotoğraf karesine girmemeye çalıştığı için topa tutuyorlar. Akdeniz'de İsrail, Mısır ve Yunanistan'ın yıllardır emek verdikleri, Türkiye'yi tam bir kapana kıstırma planını boşa çıkartan tarihi antlaşmaya bile karşı çıkarken, Türkiye'nin, İhvancı Trablus hükümetinin değil, laik Hafter'in yanında yer alması gerektiğini söylüyorlar. 
Yine mesela giydikleri entarileri bile alay konusu yapıyorlar ama BAE'nin prensi Muhammed bin Zayed'e, batıcı ve reformcu olarak gördükleri için Suudilerin genç lideri Muhammed bin Selman'a sempati beslediklerine kuşku yok. Normal şartlarda Arap değil mi, al birini vur ötekine demeleri beklenen bizim batıcılar, Müslüman halkların uyanışı karşısında adeta bir direniş cephesi oluşturan BAE, Suudi Arabistan ve Mısır'ın (buna Hafter ile Libya'yı ilave etmeye çalışıyorlar, sırada tabi ki Tunus ve diğerleri var) oluşturduğu bu şer eksenine ilişkin olumsuz bir beyanlarına rastlamıyoruz. 
Hatta tarihte görülmemiş şu konsolosluk cinayetinin unutturulmasına bile katkı sundular. Sığınması halinde düşmanın bile güvende olduğuna inanılan elçilik-konsolosluk binasında Adnan Kaşıkçı'yı barbar bir cinayetle katleden adamlara karşı kamuoyu oluşturma çabasında bulunmadılar. Baskılara direnemeyen Suud yönetimi cinayeti itiraf ettiği halde dünya ile birlikte bizim laik, katil Arap seviciler, direniş cephesi zarar görmesin diye olmalı ki, ceset nerde kardeşim, ne yaptınız adamın ölüsünü, yediniz mi diye sormadılar.