Vak­tiy­le bir böl­ge­de iki ve­li ya­şar­mış; bi­ri dağ­da, di­ğe­ri şe­hir­de. Dağ­da ve­li olup ya­şa­yan zat bir­gün şe­hir­de­ki­ni zi­ya­re­te ka­rar ver­miş; he­di­ye ola­rak gö­tü­re­cek baş­ka bir şe­yi ol­ma­dı­ğı için de bir mik­tar kar top­la­mış, çı­kı­nı­na dol­du­rup yo­la ko­yul­muş.
Ova­ya in­di­ği ve ha­va kız­dır­dı­ğı hal­de ke­ra­met ola­rak kar eri­mi­yor, ol­du­ğu gi­bi du­ru­yor­muş. Şeh­re ve çar­şı­ya gi­rin­ce dağ ve­li­si in­san­la­rı ve bu ara­da ka­dın­la­rı gör­müş, ka­dın­la­rı gö­rün­ce -nef­si ile mü­ca­de­le et­miş ol­sa da- ak­lın­dan bir şey­ler geç­miş ol­ma­lı ki, kar eri­yip ak­ma­ya baş­la­mış. Der­ken şe­hir ve­li­si­nin ayak­ka­bı ta­mir dükkânı­na ulaş­mış, se­lam­laş­tık­tan son­ra şe­hir­li­nin ona söy­le­di­ği ilk cüm­le şu ol­muş: “Kar­de­şim, dağ­da ve­li ol­mak ko­lay­dır, ma­ri­fet şe­hir­de ve­li ol­mak­tır.”

Bu kıs­sa­dan his­se­ye ge­lin­ce:
Müs­lü­man­la­rın bi­ri ferdî, di­ğe­ri ic­ti­maî iki grup yü­küm­lü­lük ve va­zi­fe­le­ri­nin bu­lun­du­ğu­nu ve bu iki gru­bun bir­bi­ri­ni ta­mam­la­dı­ğı­nı bi­li­yo­ruz.

İc­ti­maî va­zi­fe­le­rin­den bi­ri de eği­tim yo­luy­la ye­ni ne­sil­le­ri İslâmî de­ğer­ler ve pra­tik­ler için­de sos­yal­leş­tir­mek­tir. Bu eği­tim dağ­da; ya­ni hiç­bir bo­zuk se­sin, gö­rün­tü­nün ve et­ki­nin bu­lun­ma­dı­ğı bir çev­re­de (ka­pa­lı bir or­tam­da) de­ğil, ka­rı­şık ve kar­ma­şık bir çev­re­de ger­çek­le­şe­cek­tir; bu­nu için­de bu­lun­du­ğu­muz şart­lar/du­rum mec­bur kıl­mak­ta­dır. Eğer böy­le bir mec­bu­ri­ye­ti­miz ol­ma­say­dı bel­ki ko­la­yı se­çer, bo­zu­cu et­ki­ler­den uzak, ka­pa­lı or­tam­lar­da ve­li (iyi/kâmil müs­lü­man ferd ve üm­met) ol­ma­ya ça­lı­şır­dık. Ne ya­zık ki gü­nü­müz şart­la­rın­da böy­le ka­pa­lı or­tam­lar/alan­lar oluş­tur­mak im­kan­sız ha­le gel­miş­tir; mev­cut ile­ti­şim araç­la­rı dün­ya­yı bir kö­ye çe­vir­miş­tir, her ya­sa­ğı de­le­rek bo­zu­cu/de­ğiş­ti­ri­ci çev­re­ler­le iliş­ki kur­ma im­kan­la­rı var­dır. Ya­kın geç­miş­te ka­pa­lı top­lum ör­nek­le­ri­nin na­sıl de­ğiş­ti­ği­ni gör­dük, bu de­ne­yim mev­cut­la­rı­nın da er ve­ya geç ile­ti­şi­me, alış­ve­ri­şe açık ha­le ge­le­cek­le­ri­ni gös­ter­mek­te­dir. Bu va­ki du­rum kar­şı­sın­da bir İslâmî top­lum mo­de­li oluş­tur­mak üze­re dü­şü­nen, ya­zıp çi­zen, mo­del­ler ta­sar­la­yan müs­lü­man mü­nev­ver­le­rin, yu­ka­rı­da an­la­tı­lan kıs­sa­dan ala­cak­la­rı his­se­ler var­dır. Öl­çü­süz ve den­ge­siz ya­sak­çı­lık ve ya­sak­lar­la in­sa­nı­mı­zı dün­ya­dan ayır­mak, baş­ka top­lum ve kül­tür­ler ile ara­mı­za aşı­la­maz du­var­lar çek­mek müm­kün de­ğil­dir. Bu­nu ya­pa­mı­yo­ruz di­ye hiç­bir ya­sa­ğa yer ver­me­mek ço­cu­ğu so­ka­ğa sal­mak, aşı­la­ma­dan sü­rü­ye kat­mak da onu za­yi et­mek de­mek­tir; çün­kü eği­til­me­miş ne­fis kö­tü­ye me­yil­li­dir, yal­nız­ca kö­tü ör­nek­le­rin kar­şı­sın­da de­ğil, iyi ile kö­tü­nün ka­rı­şık bu­lun­du­ğu ör­nek­ler kar­şı­sın­da da eği­til­me­miş nef­sin ter­ci­hi (dinî ve ahlâkî ba­kım­dan) kö­tü­den ya­na ola­cak­tır.
Şe­hir ve­li­si­ni ko­ru­yan aşı iman ve sa­lih amel (iyi iş, dav­ra­nış ve iba­det­ler) ile ha­sıl olan eği­til­miş­lik (tez­ki­ye) ve ol­gun­luk­tur (ke­mal). Zor olan da bu eği­ti­mi, bo­zu­cu şart­lar ve çev­re için­de ver­mek­tir. Müs­lü­man­lar yer yer, za­man za­man ba­şa­rı­lı olur da fa­zi­let top­lu­mu­nu oluş­tu­rur­lar­sa -ki, bu top­lum­da dinî ve ahlâkî öl­çü­le­re gö­re suç, ayıp ve gü­nah olan dav­ra­nış­lar ka­mu­ya açık alan­lar­da gö­rü­le­mez, iba­det­ler ve fa­zi­let­ler açık, ka­ba­hat­ler giz­li olur- bu tak­dir­de in­san­lar uy­gun çev­re­de­dir ve eği­til­me­le­ri nis­be­ten ko­lay­dır (Dağ ve­li­si). İçin­de bu­lun­du­ğu­muz şart­lar­da -her yer­de ve her za­man- böy­le top­lu­luk­la­rı oluş­tur­mak ya zor, ya im­kan­sız ol­du­ğu­na, bu­na rağ­men aşı­rı ya­sak­çı­lık yo­lu­na gi­ril­di­ğin­de olum­suz so­nuç­lar da el­de edil­di­ği­ne gö­re ya­pıl­ma­sı ge­re­ken -alı­na­bil­di­ği öl­çü­de ted­bir­ler alı­na­rak- zor yo­lu seç­mek, ve­li­yi şe­hir­de ye­tiş­tir­mek­tir; ya­ni Rus­ya­nın, Çin’in, Ame­ri­ka’nın, Al­man­ya’nın.. ha­kim ol­du­ğu çev­re­de ve Tür­ki­ye’de ha­kim olan eği­tim, med­ya ve sa­na­tın boz­du­ğu çev­re için­de ve­li (İslâm in­sa­nı) ye­tiş­tir­mek­tir

(Şe­hir ve­li­si).
Ha­ya­tı dur­dur­mak ve bek­let­mek müm­kün de­ğil­dir, ta­vuk ve yu­mur­ta gi­bi “İslâm ce­ma­ati iyi müs­lü­man­la­ra, iyi müs­lü­man­lar han­gi şart ve çev­re için­de isek ona uy­gun (onun için­de ya­pı­la­bi­le­cek) İslâmî eği­ti­me muh­taç­tır.” İslâm ül­ke­le­ri için en uy­gun stra­te­ji, el­de mev­cut bü­tün si­yasî, ik­ti­sadî, in­sa­ni gü­cü ve im­ka­nı eği­tim için kul­lan­mak, eği­tim için se­fer­ber et­mek, ni­hai ba­şa­rı­nın bu­na bağ­lı ol­du­ğu­nu bil­mek­tir