Sesimizi yükseltmemiz gerekiyor; sadece duygusal söylemlerle, romantik yaklaşımlarla ya da klavye üzerinden değil; diplomatik, askeri, siyasi, kültürel, sivil tüm bileşenlerimizle harekete geçmemiz gerekiyor.
İslâm dünyası, Filistin meselesinde nasıl sınavdan kaldıysa, bitmemiş olan Bosna sınavı karşımızda duruyor. Filistin için ulus-devlet paradigmasının argümanları sıkça-hakkettiler- yaklaşımıyla değerlendirenler Bosna meselesi için üç maymunu oynuyor. 
Hiçbir şekilde katılmamakla birlikte Filistin için "kendi topraklarını sattılar, Osmanlı'ya ihanet ettiler" gibi tarih dışı söylemleri Bosna için nasıl yorumlayacağız. Bosna, tarih boyunca Osmanlı tabiiyetinde olmuş, serhat eyaleti olarak Osmanlı'ya hizmet etmiş ve Osmanlı'nın tasfiyesinde hiçbir şekilde ihanet kavramsallaşmasının yanından yöresinden geçmemiş bir millet. Bugün dahi tüm dinamikleriyle Türkiye'nin yanında yer almış, ulus-devlet paradigmasının güdümüne girmemiştir. 
Evet, Filistin'i ötekileştiren milliyetçi, İslâmcı, marjinal, muhafazakar vb. tüm çevreler ayan beyan gelen Bosna trajedisi karşısında hala suskun.
Önceki yazımızda da dediğimiz gibi Sırp Dodik, Bosna-Hersek kurumlarından çekileceğini, bağımsız bir ordu kuracağını, hukuk ve sağlık başta olmak üzere her alanda Sırbistan'a dahil olmak istediklerini açıklamıştı. Söylemlerini son yapılan askeri tatbikatta Sırp karşılama merasimi ve selamlama ritüelleriyle teyit eden bu zihniyet söylemlerinin eyleme geçişini daha ileri boyuta taşıdı.
Bosna-Hersek Yüksek Temsilcisi görev süresi doldu ve yeni temsilciye görevi teslim edecek. Ancak bu teslimden hemen önce giderayak Bosna halkının uzun zamandır beklediği soykırım yasasını yürürlüğe koydu. Zaten savaş için bahane arayan Dodik ve benzeri zihniyetler bu yasayla birlikte iyice kontrolden çıktı. Srebrenitsa başta olmak üzere 1992-1995 yıllarındaki savaşta yaptıkları hiçbir soykırımı kabul etmeyen Sırplar, devlet toplantılarına katılmakla birlikte her toplantıyı sabote ederek tüm önerilere hayır diyorlar. Devletin işleyişini tıkamaları yetmiyormuş gibi yoğun şekilde devlet kurumlarından ayrılacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar.
Srebrenitsa'ya gittiğimizde orada kayda aldığımız konuşmada dile getirdiğimiz üzere bu bölge Sırp kantonu olarak geçiyor. Dolayısıyla soykırım yaptıkları yerler olan özellikle Srebrenitsa ve Prijedor'u Bosna toprağı olarak değil Büyük Sırbistan'ın parçası olarak görüyorlar. Tam da bu bölgede bağımsız bir ilaç kurumu kurdular. Devlet bünyesinde zaten var olan bu kurumu sözde yasayla da yürürlüğe koydular. Buradaki amaç, "sağlık" üzerinden uluslararası toplumun tepkisini çekmeden insani bir yapı inşa ettiklerini iddia ederek sonraki yapacaklarını zemin hazırlamaktır. Dolayısıyla bir sonraki kurum bağımsız bir ordu olacağı hepimizin malumudur.
Yukarıda da zikrettiğimiz üzere yapmış oldukları tatbikat, sınırları zorlamak ve Bosna halkının nabzını tutmak üzerineydi. Bir taraftan bu ve benzeri provakatif tatbikatları yapıyorlar, diğer taraftan da kamuoyuna "savaş olmaz" söylemlerini servis ediyorlar. Tıpkı 1991'de "barışın teminatı benim" diyen Karad?i?  gibi. 
Yeri gelmişken hemen söylemeliyim ki Sırbistan ve Rusya özellikle uluslararası kamuoyunu bloke ediyor. AB'nin enerji bağımlılığı bölgede Eufor, NATO ve BM gibi yaptırım gücü olan yapıları etkisiz hale getiriyor. 
Tabi bu sessizlik hayra alamet olmamakla birlikte Bosna'yı Filistin gibi paylaşma planını uygulama noktasında yeni verileri karşımıza çıkarıyor. Asli topraklarında zaten kantonlar kurulan Bosna-Hersek, Matthew Palmer'in bölünme planıyla mevcut yapıyı ortadan kaldırarak Bosna'yı Gazze'nin hapsolduğu gibi dar bir alana mahkûm etmeyi öngörüyor. Uluslararası toplum, Bosna'daki Müslüman varlığının ortadan kaldırılması için sessizliğini koruyor ve hatta bu sessizliğinin 1,5 Milyon Müslüman'ın katledilmesini desteklediğini görmemiz gerektiğini işaret ediyor.
27 Ekim'de Belgrad ve Zagreb'te Bosna-Hersek'in geleceğini hakkında yapılan görüşmelere hiçbir Boşnak temsilcinin davet edilmemesi ayrıca manidar. Tıpkı Miloseviç'in Hırvat Tudjman ile yaptığı gizli paylaşım görüşmesinin aleni olarak yapılması gibi bir durum söz konusu.
Bakir İzzetbegoviç, her ne kadar Vuciç'in iyi ve konuşulabilir bir insan olduğunu söyleyip barışı korumak için babası merhum Aliya gibi bir tutum izlese de savaşın geldiğini gördüğünü de biliyoruz. Çünkü Aliya üzerinden örnek vermesi aslında bir tekerrürün anlamı taşıyor. 
Bosna Savaşından hemen önce Aliya, Tudjman ile görüşmüştü. Sözde insani ve Bosna-Hersek'teki tüm vatandaşların -Müslüman-Hırvat-Sırp- bir arada yaşamasını desteklediğini söylemesine rağmen savaşın en can alıcı anlarında bu söyleri söyleyen Tudjman yönetimindeki Mostar bombalandı. Mostar'ın sadece bir köprüden ibaret olmadığını, köprünün bir tarafında Müslümanların, diğer tarafında Hırvatların yaşadığını düşünürsek aslında bu iki halkı bir birine bağlayan, bağ kurma işlevi görev sembolik bir yapı olduğunu görürüz. 
Velhasıl, tüm bu söylemler ve örnekler savaşın her an başlayacağını işaret ediyor. Ancak biz Türkiye olarak bugün harekete geçmez isek yarın hem Bosna-Hersek için hem bizim için içinden çıkılmaz bir sürece gireceğimiz aşikardır. 
"Bosna asla yalnız değildir, Bosna bizim kardeşimizdir, Savaşa asla müsaade etmeyiz" vb. söylemler yaklaşmakta olan gerçeği engelleyemez. Sırp medyasında çıkan haberleri incelediğinizde göreceksiniz ki daha şimdiden kendi söylemlerinin farkında olarak "Türkiye, Bosna'yı yalnız bıraktı, kaderine terk etti. Bu kadar sert söylemlerimize rağmen güvendikleri Türkiye'den herhangi bir yaptırım da ya da karşı söylem gelmiyor" diye yazıyorlar. Hatta T.C Saraybosna Büyükelçiliği basında çıkan bu haberleri tekzip edici bir açıklama yaptı.
    Bosna için harekete geçme zamanıdır. 
Uluslararası toplum her ne kadar geçiştirici söylemlerle üstünkörü kınamalar yapsa da bu savaşı engellemeyecektir. Bosna'nın geleceğini bir kez daha Birleşmiş Milletlerin keyfine bırakamayız. 
Kamuoyu, diplomasi, sivil toplum her alanda Bosna'yı gündeme taşımalıyız. Özellikle sivil toplum çalışmaları yapan çevreler Suriye'de oldukları kadar Bosna'da olmak zorundadır. Çünkü devlet üstü yapılar bu ve benzeri durumlarda en etkili söylemin merkezi durumundalar. Eğer bugün gündemimizde Bosna olmazsa emin olabilirsiniz ki yarın Suriye'den, Filistin'den daha fazla gündemimizde olacaktır. 
1992-1995 Savaşındaki Türkiye ve İslâm dünyası Bosna için nasıl tek vücut olduysa bugün savaş çıkmadan aynı reaksiyonu göstermemiz gerekiyor. Umuyorum ki yarın geç kalmış olmayız…
Vesselam.