Bosna-Hersek tarihi okumalarında gördüğümüz üzere diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi sürekli istilalara maruz kaldığını, her istilanın sonrasında kitlesel imha ve zorunlu göçlerin meydana geldiğini müşahede etmekteyiz. Pavlikanlar'ın (Boşnakların atalarını ve onların inancını ifade eder) Bizans yönetiminde yaşadıkları mezalim 1992'de başlayıp 1995'te biten Bosna Savaşına kadar çeşitli dönemlerde tekrarlandı.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar kalkınmaya başlamış, şehirleşme hareketleri meydana gelmişti. Ancak "millet sistemi" paradigmasıyla yönetmek sonraki zamanlarda ulus-devlet ve milliyetçilik hareketlerinde Osmanlı'dan kopuşu hızlandırmıştı. Balkan Savaşları sürecinde ve sonrasında Osmanlı'nın tasfiyesi, inkârı ideolojik saplantılar çerçevesinde devam etmişti.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Balkanlar'la olan münasebetimiz "dil devrimi" ekseninde bağları koparma amacına hizmet etmiş, Birinci Dünya Savaşı'nın galiplerinin istekleri doğrultusunda bir politika izlenmiştir.

Çok partili hayata geçişle gerek Balkanlar'da gerekse Ortadoğu'da meydana gelen hareketler ilgili coğrafyalara pragmatist yakınlaşmamıza vesile olmuştur. İkinci Dünya Savaşı bu anlamda çok önemlidir. Çünkü bu süreçte Balkanlar özelinde Türkiye, iki kutuplu dünya tarafları için bir üs ya da Balkanlar coğrafyasıyla temas için en iyi müttefik anlamına geliyordu. Türkiye'nin gerek tarihsel gerekse inanç bağları bu coğrafyanın temel dinamikleriyle her türlü irtibatı koparma girişimine rağmen devam etmişti. SSCB etkisinin görüldüğü Balkanlar, ABD'nin korkulu rüyası haline gelmiş, Rusya'nın etkisini kırmak için çalışmalar yapmıştır.

Türkiye'yi bu anlamda dışarıda tutmak yerine NATO'ya dahil etme fikri ve Türkiye'nin de yeni gelişmeler karşısında aktif tarafsızlık politikasının neticesinde karşılıklı çıkarlar sürecin merkezine sirayet etmiştir. Böylelikle Genç Cumhuriyet döneminde koparılmak istenen bağlar, pragmatist anlayışla da olsa tekrar canlanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı'nın akabinde galipler ve mağluplar belli olmuş, Yugoslavya yıkılmıştır. Ayrıca iki kutuplu dünyanın sonu anlamına da gelen bu süreç Balkanlar için yeni bir başlangıcı temsil ediyordu. Yugoslavya içerisinde bulunan devletler "self determinasyon" haklarını kullanarak kendi bağımsız devletlerini ilan etmeye başlamışlardı.

Bosna-Hersek bu bağımsızlık hareketlerinin en sıkıntılı sürecini yaşayan devlet olarak tarih sahnesindeki sıkıntılı dönemlerinden birine daha girdi. Aliya İzzetbegoviç önderliğinde ulusal bağımsızlık girişimleri hukuki temelden başlamak üzere uluslararası tüm alanlarda karşılık buldu. Ancak buna rağmen Sırp ve Hırvat tarafları Boşnaklara yaşam hakkı tanımamak pahasına bağımsızlık sürecini sabote ettiler.

Karaciç, Miloseviç, Tudman gibi isimler Müslümanları yok etmekle tehdit ederek 1992'de Bosna Savaşını ilan ettiler. Savaşın birçok yıkımı olmakla beraber burada zikredeceğimiz iki örnek savaşın boyutunu ve mezalimini bize sunmaya yetecektir. Birincisi hepimizin malumu olduğu BM Barış gücünün gözü önünde yapılan ve NATO'nun işlevsiz kaldığı Srebrenitsa soykırımıdır. İkincisi tecavüz konusudur.

Srebrenitsa meselesinde Sırp tarafı kitle imha yoluna gitmeyi ve tecavüzlerle yapmış oldukları mezalimi savunurcasına bunu bilinçli olarak yaptıklarını beyan ettiler. Amaçlarının psikolojik yıkım meydana getirerek toplumsal öfke oluşturmak olduğunu söylediler. Nazilerin Holokost zulmünü yaparken amaçlarının kitlesel imha olduğunu, bunun da toplumsal öfkeyi engellemek için yapıldığını söylemeleri iki durum arasındaki farkı görmemiz açısından önemlidir.

Ayrıca Srebrenitsa soykırımını, Sırp tarafı ulusal kurtuluş günü olarak görmekte, katliamın yıldönümünü kutlamaktadır. Bir başka durum ise savaş sonunda imzalanan Dayton Ateşkesidir. Önceki yazıda da ele aldığımız üzere Dayton için asla antlaşma denemeyeceği, bunun sadece bir ateşkes olduğunu ifade etmiştik.

Maalesef bu söylememizin haklılığı son üç-dört gündür yapılan açıklamalarla teyit edilmiştir. Bosna-Hersek'in mevcut siyasal durumu bilindiği üzere Dayton ile oluşturulmuş, yönetim krizleriyle dolu hale getirilmiştir.

Mevcut siyasal yönetimin üst kademesi olan cumhurbaşkanlığı konseyi üçlü yönetimle ilerlemektedir(!) Konsey üyelerinden birisi olan Sırp Dodik, son yaptığı açıklamalarla Bosna'da yeni bir savaşın başlayacağını işaret ediyor. Tabi bunun sadece Dodik'le sınırlı kalmadığını unutmamamız gerekiyor. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç, her fırsatta gerek Bosna için gerekse Kosova için işgal hedeflerinden bahsetmektedir.

Geçen günlerde Dodik, Bosna-Hersek devlet kurumlarından çekileceklerini, ordudan ayrılarak Sırp Cumhuriyetine ait bir ordu kuracaklarını açıklamıştı. Bu açıklamanın hemen akabinde Srebrenitsa soykırımının yıl dönümünde bir başka boyuta taşıdı ve alenen Bosnalı Müslümanları Karaciç gibi "yok etmekle" tehdit etti. Zaten Bosna'daki kendilerine ait olan(!) kantonlarda ve Sırbistan'daki okullarında "Büyük Sırbistan'ı Kurma" dersleri vermeleri 1992'de başlayan savaşı devam ettirmek istediklerinin ilanıydı.

Belgrad'da yapılan Bağlantısızlar Zirvesinde Dodik'in Rusya'dan silah istediği Bosna basınına yansıdı. Hatta Dodik, NATO'nun kendilerine olası bir müdahalede dostları tarafından korunacaklarını açıklaması bu bilgiyi doğrular niteliktedir. Özellikle NATO'nun Ukrayna meselesinde sadece kınamayla yetinmesi Sırp taraflarına moral ve hatta güç vermektedir.

Dodik açıklamalarına bir yenisini daha ekledi. Basın mensuplarıyla yaptığı canlı yayında kendilerini pazartesi günü birlikte şarkı söylemeye davet ettiğinde, gazetecilerin "hangi şarkıyı söyleyeceğiz" sorusuna verdiği yanıt savaş çanlarının devamı niteliğindeydi. Cevaben "Artık Yoksun Aliya" şarkısını söyleyeceklerini pişkin ve kendinden emin bir üslupla ifade etti.

Dodik'in açıklamalarına paralel olarak Sırbistan tarafından gelen açıklamalar Miloseviç-Karaciç iş birliğinin bir örneğinin karşımızda olduğunu gösteriyor. Vuciç, Miloseviç'in büyük bir lider olduğuna yönelik BM'de kan dondurucu bir söylemde bulundu.

Bunun üzerine Kosova Cumhurbaşkanı V.Osmani, Sırbistan tarihine atıfta bulunan tarihi konuşmasında sadece Miloseviç döneminde 140.000 insanın katledildiğini, 20.000 kadına tecavüz edildiğini, 160.000 insanın kaybolduğunu ve toplu mezarlarda peyderpey bulunduklarını (hala bulunuyor), 1 milyon insanın zorla göç ettirildiğini söylemişti.

Bugün Sırbistan'da bakanlar kurulunun Miloseviç kalıntıları tarafından oluştuğunu, Vuviç-Dodik iş birliğinin ve amaçlarının net bir şekilde savaşa girmek yönünde olduğunu, yaptıkları açıklamalarla malumun ilanına giden sürece girdiğimizi unutmamalıyız.

Meselenin Birinci Dünya Savaşından bugüne devam ettiği, hala galip ve mağlupların belli olmamasının sıkıntılarının yaşandığı tarihi perspektifte karşımızda duruyor. Her ne olursa olsun olası bir Bosna müdahalesinde bir vatandaş olarak gönül coğrafyamız olan Bosna-Hersek'i, Kosova'yı, Arnavutluk'u yalnız bırakmayacağıma bu vesileyle söz vererek yazımı sonraki gelişmelerde devam ettirmek üzere noktalıyorum.

Vesselam.