Günümüzde olduğu gibi islam tarihi boyunca da, Kur'an ve Sünneti bir kenara bırakarak, aklını ilah edinen, heva ve heveslerinin peşinden koşarak, İslam'ın aslını ve esasını bozmaya çalışan, birçok sapık kişi ve ekoller olmuştur.
Bunlardan birisi de, taraftarlarının Sergüzeşt-i Seyyidinâ adını verdikleri Bâtınîlik ve Hasan Sabahtır. Kaynaklarda; O, özellikle felsefe, kelâm, mantık, fıkıh ve riyâziyyât sahasında köklü bir eğitim almıştır. Selçuklu Veziri Nizâmülmülk ile Ömer Hayyâm'ın arkadaş olduğu, birlikte En-Nîsâbûrî'nin derslerine devam ettikleri, aralarından kim daha önce ikbal ve servete ulaşırsa onun diğerlerine yardım edeceğine dair yeminleştikleri ve Nizâmülmülk'ün vezir olunca, Sabbâh'a valilik teklif ettiği, ancak onun merkezden uzaklaşmamak için sarayda bir görev istediği, bu isteği kabul edilince de Nizâmülmülk'ün görevine göz diktiği, bunu fark eden Nizâmülmülk'ün onu Sultan Melikşah'ın gözünden düşürüp saraydan uzaklaştırdığı rivayet edilmektedir. 
Sabbâh, önce Kahire'ye giderek orada Başdâî Ebû Dâvûd ve Halife Müstansır-Billâh ile görüştükten bir müddet sonra İsfahan'a geri döner. Tüm İran'ı dolaşarak Bâtınîliğin propagandasını yapmaya başlar. Bu sıralarda faaliyetlerini dikkatle izleyen Selçuklu Veziri Nizâmülmülk Rey'deki görevlilere onu yakalamaları için emir verir. Fakat o buradan kaçarak Kazvin'e gider. Sonunda kendisine karargâh seçtiği Alamut Kalesi'ne yerleşerek Nizârî-İsmâilî Devleti'ni kurarak (1090) burasını askerî karargâh ve idarî merkez olarak kullanarak, düzenlediği operasyonları buradan idare etmeye başlar. Sultan Melik şah, İslâm dünyası için ciddi bir tehlike oluşturan Sabbâh ve adamlarıyla mücadeleyi bir devlet politikası haline getirir. Büyük bir orduyla Hasan Sabbâh üzerine sevk eder. Fakat önce Vezir Nizâmülmülk'ün bir fedai tarafından öldürülmesi, arkasından Sultan Melik Şah'ın henüz 38 yaşında iken şüpheli bir biçimde ölümü (485/1092) harekâtı sonlandırır.  Bâtıniler, Sultan Melik Şah'ın ölümünden sonra, hanedan mensupları arasında başlayan taht kavgaları ve Haçlıların bazı müslüman topraklarını işgal etmeleriyle oluşan ortamdan faydalanıp, nüfuz sahalarını genişletir, faaliyet ve cinayetlerini artırırlar. Sabbâh bir yandan önemli yeni mevziler kazanırken bir yandan da Ehl-i sünnet 'in ve Selçuklu Devleti'nin başlıca merkezlerini propaganda ile baskı altına alır. Bu karışık ortamdan faydalanan fedailer hemen her gün beş on müslümanı öldürürler.  Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki mücadelede orduya sızarak ordu içinde ki nüfuzlarını da artırırlar. Hasan Sabbâh'ın siyasî, dinî ve askerî şahsiyetleri öldürtmesi bir terör havası oluşturur. Ona muhalif emir ve kumandanlar elbiselerinin altına zırh giymeden evlerinden dışarı çıkamaz olurlar. 
Sabbah'la uğraşmayı, kâfirler üzerine yapılacak gazâdan daha üstün tutan Muhammed Tapar, onunla ciddi bir şekilde mücadele etmek üzere harekete geçer. Alamut'u ve Hasan Sabbâh'ı ele geçirmek üzere Emîr Anuştegin Şîrgîr'i görevlendirir. (1117) Kale düşerek fitne fesat yuvası temizlenmek üzere iken, bu seferde Sultan Tapar'ın ölüm haberi gelir ve askerler kuşatmayı kaldırıp İsfahan'a dönerler. Muhammed Tapar'ın yerine geçen Sencer, Horasan meliki olduğu sırada Bâtınîler'e karşı yürüttüğü mücadeleyi devam ettirmek ister. Ancak Hasan Sabbâh bir gece onun yatağının başucuna bir hançer saplattırarak onu öldürtebileceğine dair mesaj verir. Böylece gözü korkutulan Sultan Sencer, Hasan Sabbâh ve Bâtınilerle uğraşmaz ve onlara belli şartlarda eman verir. Keskin bir zekâya, teşkilatçılık vasıflarına sahip,  cebir, geometri, astronomi, sihir ve dinî ilimlere vâkıf bir kişi olan ve düzenli örgütüyle, etrafa dehşet saçan, fedâîleriyle insanların düşünce ve inanç dünyasına hâkim olmak isteyen Sabbâh H. 518 (1124) tarihinde, aralıksız otuz beş yıl faaliyet gösterdiği Alamut Kalesi'nde ölür.
Sabbâh'a göre, Allah ve gerçekler akıl ve düşünceyle değil imamın rehberliğiyle bilinebilir. Zira akıl Allah'ı tanımak için yeterli olsaydı herkes aynı fikre sahip olurdu. Halbuki akıl din için yeterli değildir ve bundan dolayı insanların her devirde dini bir imâm-ı masumu olması gerekir. Etrafındaki insanlar, Sabbâh'ın bu düşüncelerinde derin hikmetler gizli olduğuna inanarak peşinden gitmişlerdir. Sabbâh adamlarına cennet vaat ederek, kendilerini bekleyen mutluluğu dünyada iken tatmaları için esrar içirir ve böylece de onları, her türlü emrini yerine getirmeye hazır hale getiriyordu. Gayelerine ulaşmak için kurdukları teşkilât ve eğittikleri fedailerden yararlanarak birçok din ve devlet adamını kendilerine has metotlarla ortadan kaldırmışlardır. 
Bu fitnenin ilk tohumu İbn Sebe tarafından atılmış olup, Abbasîlerden Mutasım zamanında yaşayan Ahvazlı Meymun tarafından filizlendirilmiştir. Bâtıniyye mezhebine, ilk defa Muhammed Ali Berkâî, H. 255 yılında takiyyeyi terk ederek açıktan davet etmiştir. Bunlar ayet ve hadislerdeki zâhir (ilk bakışta anlaşılan) manaların kabuk teşkil ettiğini; asıl maksadın, bunların özü olan bâtıni manaların olduğunu söylerler. Onlara göre zâhirî manaları halk tabakası anlar: Bâtınî manaları ise ancak kendilerince kabul edilen masum imamlar bilir. Bunlara göre namazın manası imama dua etmek, zekâtın manası kabiliyetli olanları ilme teşvik etmek, orucun manası zâhir ehlinden ilmi saklamak, haccın manası ilmi talep etmek, guslün manası ahdi yenilemektir. Kur'an ve hadislerdeki her zâhirin, açık hükmün bir de bâtını, iç yüzü, herkesin anlayamayacağı gizli tarafı olduğunu ve Kur'an ile hadislerin ancak tevil ile anlaşıla bileceğini iddia eden bu fırkalar İslâm bilginleri tarafından İslâm dışı kabul edilmiştir. Onun çağdaşı olan Gazali, Bâtınîliğin bu görüşlerini reddetmek ve çürütmek amacıyla Fedâ’iu'l-Bâtıniyye ve Kavâsımü'l-Bâtıniyye adlı eserler yazmıştır. Bunlara haram olan şeylerden kaçınmadıkları ve farzları yerine getirmedikleri için "İbâhiyye", içlerinde Allah ve Peygamberi inkâr edenlere "Melâhide" uyuşturucu olarak haşhaş kullandıkları için de "Haşşâşûn" denilmiştir. 
İslâm'a bağlı oldukları iddiasında bulunmakla beraber, fikirleri eski Yunan, İran ve Hint düşüncesinden esinlenerek onların tesirinde kalarak, müslümanlar arasında imansızlığı ve her türlü kötülüğü yayan bu bâtıl mezhebin amacı insanları Kur'an ve Sünnet yolundan saptırmaktır. Cenabı Mevla, ümmeti Muhammedi her türlü sapkınların şerlerinden emin eylesin.