Hayatta kasabın et, koyunun can derdinde olduğu anlar çoktur.
O anlar, kimse kimseyi pek anlamaz; herkes işinin görülmesi, kasap misali etinin derdindedir.
Bireysel dertlerimiz, bedeni rahatsızlıklarımız olur; ağrılarımız sancılarımız olur.
Hani o meşhur "can nerededir" sorusu vardır.
O ağrılar, sancılar, bu sorunun cevabını bulduğumuz yerlerdir.
            **
Haziran'ın ikinci yarısında olduğumuz bu günlerde, hasat vaktindeyiz ya da bu vakte girmek üzereyiz.
Bir nostalji yapalım.
Eskiden ekinler orak ve tırpanla biçilir, harman yerine kağnı arabalarıyla getirilirdi. Harman yerinde dövenle ezilir/parçalanır sonrada rüzgârda savrularak tâne samandan ayrılırdı.
Biçilen ekinler dirgenle bir araya getirilir, tırmıkla da kalan ufak-tefek saplar toplanırdı. Bir araya getirilen saplar yine dirgenle kağnıya yüklenir, harmanda kağnıdan indirilirdi. Döven ile un-ufak edilen saplar, yaba ile savrulur sonra da ortaya çıkan taneler çuvallara konularak ambara getirilip konurdu.
Niye nostaljiye daldık?
Bir dirgen hikâyesi anlatmak için. Başka versiyonları da olabilir.
Köyünden ayrılıp çalışmak ya da ilim tahsili için şehre inen bir genç, birkaç sene sonra ekin-orağı adı da verilen böyle bir hasat zamanı köyüne gelir. Aslını unuturcasına ve bilmiyormuş edasıyla dirgeni göstererek:
"Babacığım bu nedir?" der.
Baba bir oğluna, bir dirgene bakar.
Baba kestirmeden cevap verir:
"Oğlum ucuna bas, o sana kendini tanıtır".
Genç, ucuna basmasıyla birlikte dirgenin uzun sapını şafağında bulur.
"Vay…. Dirgen…." Der ve acılar içinde düştüğü yerden sendeleyerek kalkar.
            **
Bu hikayeye neden girdik?
 İnsanoğlu ağrısız, sancısız, dertsiz, tasasız iken kendini bir şey sanır.
Büyüklük taslar. Bu bir.
İki, canının kıymetini bilmez.
Ancak…
Ancak ağrı, sancı, sızı yani hastalık/dert başını gösterdi mi canın yeri, canın kıymeti fark edilir.
İnsanoğlu aslında kendisinin başta Yaratan olmak üzere, ona-buna kafa tutacak kadar bir gücünün olmadığını farkındadır.
Küresel anlamda koronavirüste bunu gördük.
Bireysel olarak da keza. Nice ünlüler, zenginler, makam sahipleri dermansız dert vermesin Allah, yakalandıkları hastalıktan kurtulamadılar.
Dirgen hikâyesinde olduğu üzere hafif bir ağrı/sancı bile keyfimizi kaçırır, biraz daha fazla ise şafağımıza vurarak/çarparak bizi kendimize getirebilir.
**
Can sadece bedende olmadığı gibi ağrı da sadece orada değildir.
Biz kendi ağrılarımızı düşünüp kendi canımızın derdindeyiz.
Oysa;
Biz, Kur'an'dan öğreniyoruz ki "inananlar kardeştir", Peygamberimizden öğreniyoruz ki "mü'minler bir vücut gibidir." Malum ayet ve hadisi bilmeyenimiz yoktur.
Durum bu olduğuna göre; bir uzvun hastalığı bütün vücudu rahatsız ettiği gibi, bir mü'minin/müslümanın başına gelen hastalığı, bela ve musibetleri, bütün müslümanların kendilerine dert edinmeleri gerekmez mi?
Hey o eski günler…
Birimizin derdi hepimizin derdi idi.
Ağrılarımız, sancılarımız hemen duyulurdu ve can olunurdu.
Külfete ortak olur, nimeti paylaşırdık.
Hesab? değil, hasb? olduğumuz günler…
Lütfen geri gel, yoksa perişan olacağız.
Hasbi olanlar da elbette var bu gün, haklarını yemeyelim ama bir veya birkaç elin parmakları kadar..
Ne diyelim:
Hesab?lerin gün gelir hesapları tutmayabilir. Akıllarını başlarına alsınlar..
Can/canlar ne istemez ki?
Her şey.
Afrika'da ki bir can, bir yudum su, bir dilim ekmek..
Avrupa'da, ABD'de, Dubai'de, Suud'da ki bir can, havyar..
Ülkemizde ki can, çalışmadan para kazanmak/zengin, hak etmeden makam, yapılan hizmetlere nankörlük, vs…
Nede olsa:
Can, ağrının olduğu yerdeymiş.
Çekecek..
Geçecek..
Vesselam..