Ben; Çorum'un birkaç adım ötesindeki Tolamehmet Köyü'nde doğup, büyüyen biriyim. Köyümüze 1 km kadar yakın olan Aliki Bağları'nda yalnız bizim köylülerin değil, komşu köylerde ve kentte oturanlarında bağları vardı.
Kamyonu, traktörü Kavukçulardan dolayı tanıyoruz. Çünkü onlar Oyumkoz'daki çiftliklerine ya kamyonla ya da traktörle gelirlerdi.
O zamanlar kamyonlar, traktörler böyle değildi. İki-üç tonluk Austin bir kamyon bizim gözümüzde dev gibi araçtı.
Massey Harrıs, Ford Major ve gazla çalışan ufacık Ferguson traktörlerden başkada traktör yoktu.
Faytonlar, kağnılar, çeşitli at arabaları, iki tekerlekli eşek arabaları en büyük ve önemli taşıtlardı. Şehirlilerden bağlarına motosikletli gelenlerde olurdu.
Sonunda ortaya bir de "Velesbit" çıktı.
Bizim köylüleri velesbitle tanıştıran babamın Sultan halasının oğlu Hasanüsük oldu. Sonra anamın Yeter teyzesinin oğlu Bahtiyar Köseoğlu oldu.
Onlar akrabalık ilişkilerinden dolayı yaz günlerinde, özellikle hafta sonlarında velesbitlerine atlayarak köye gelip harman yerlerinde bir-iki tur atarak, daha doğrusu hava atarak biz köylü çocuklarının peşlerinden koşmalarından zevk alırlardı sanıyorum.
Durup velesbitlerini bir yere park ettikten sonra biz gariban köylü çocukları velesbitin başına toplanıp ilk kez gördüğümüz bu garip aracın hangi parçasının ne görev gördüğünü merakla öğrenmeye çalışır, "Acaba günün birinde bizimde böyle blr velesbitimiz olur mu?" diye hayıflanıp dururduk.
Bu iki tekerlekli garip yaratığa "Velesbit" adını kim takmıştı, onu bilemiyorum?
Ama size "Cin Arabası"nın öyküsünü anlatayım kısaca. Bu öyküyü tahminen 55-60 yıl önceleri bir yerden okumuştum. Ama kaynağını şimdi anımsayamıyorum.
19. yüzyılın daha ilk yarısında askeri öğrenim amacıyla başta Rusya olmak üzere bir çok ülkelere gidenler olmuştur. Son olarak siyasi ve eğitim amacıyla Avrupa'nın bir çok ülkelerine gidenler olduğu gibi siyasi nedenlerle gidip oralara sığınan bir hayli gençler ve aydınlar olmuştur. (1960 yıllarından sonraki işçi ve mülteci akınlarından söz etmiyorum!)
İşte bunlardan birisi bir bisiklet alarak ülkesine dönerken İstanbul yakınlarında bisikletine binip etrafı seyrederek yola koyulur.
Bu garip aracı ilk kez gören bir kaç İstanbullu ata, eşeğe, katıra, deveye benzemeyen bu araçtan huylanarak, bağırıp-çağırarak etrafı velveleye verirler.
Kaçın, saklanın, kendinizi kurtarın, Cin Arabası geliyor diyerek herkesi uyarmaya çalışırlar. Herkes koşup evlerine girerek evlerinin dış kapılarını, iç kapılarını sımsıkı kapatıp, arkalarına açılmasını önleyici destekler yığarlar.
Ve zaman geçtikçe yıllar yılları kovaladıkça Cin arabaları çoğalmaya başlar. Yeni adı bulunur. "Bisiklet"
İşte Cin Arabası'ndan, bisikletten, velesbite uzanan isimlerin oluşumu böyledir.
Bugün dünyamızda en önemli ulaşım, spor, binek araçlarından biri haline gelen bisikletlerin oldukça çok çeşitleri vardır. İsterseniz dönelim konunun öteki yanlarına.
Almanya'da ilköğretim dört yıldır (Grundschule), mecburi öğretim ise 11-12 yıldır. İlkokul öğrencileri haftanın belli günlerinde, spor dersleri kapsamında mutlaka yüzme havuzlarına götürülerek yüzme öğrenmeleri sağlanır.
Son 4. Sınıfta ise herkes bisiklet ehliyeti almak zorundadır. Sınav yapılacağı gün trafikle iş birliği yapılır. Trafik polisleri sivil veya resmi kıyafetle çeşitli noktalarda görev alırlar. Öğrenciler hiçbir polis görmeden o yerlerden geçerken görevli polisler onların trafik kurallarına uyup-uymadığını dikkate alarak rapor tutarlar.
Kısacası her öğrenci trafik kurallarını öğrenmiş olur.
Spor derslerinden alınan sonuç şudur:
Her öğrenci mutlaka yüzmeyi öğrenir.
Her öğrenci mutlaka trafik kurallarını öğrenir.
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde ırmaklarımız, göllerimiz, barajlarımız oldukça çoktur. Buna karşın her yıl yüzlerce insan bu sularda boğularak ölür.
Her yıl binlerce insan trafik olayları nedeniyle ölür, başkalarını öldürür, bir çok insan bu yüzden sakat kalıp topluma ve devlete yük olur. Milli gelire zarar verir. Tüm bu konuların detaylarına girmeden bir başka konuya daha dönmek istiyorum:
Avrupa ülkelerinde bugün hemen her yaştaki insanın kendisine ait bir bisikleti vardır. Kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı farketmez.
Her kentin bir çok yerlerinde bisiklet park yerleri vardır.
Herkes mecbur kalmadıkça otomobilini kullanmayıp, bisiklet kullanmayı tercih eder. Özellikle Hollanda, Belçika gibi düzlük arazilerde bulunan ülkeler bisikletlerle doludur. Sanıyorum Çin, Vietnam, Taylan gibi kimi Uzakdoğu ülkelerinde de bu durum yaygındır.
Peki bizim ülkemizdeki durum nedir?
Herkeste korkunç bir tüketim çılgınlığı var.
Erkekler lüks arabalarıyla, varlıklarıyla övünürken, kadınlar evlerinin semtleriyle, büyükleriyle (metrekaresi ile), ev eşyalarının markalarıyla, takılarıyla vb. şeylerle övünüyorlar.
Kimse merhametlikleriyle, yaptığı yardımlarıyla, okuduğu kitaplarla, bilgileriyle övünmüyor. Yaptıkları dolandırıcılıklarıyla, vurgunlarıyla, hırsız-soysuzluklarıyla övünenler baştacı oluyor. Konumuzu tamamlamak için şunları söyleme gereği duyuyorum:
Çorum Belediye Başkanımızın ve tüm bu konuya gönül verenlerin elbette çok önemli bir konuda övünme hakları vardır. Bu yüzden kendilerini en içten duygularımla kutluyorum.
Çorum; engebeli bir arzide değil 6 dağ arasındaki bir ovada kurulmuş tarihi bir kenttir. Bir ova içerisindedir. Ovanın kenarlarında yüksek yaylalar vardır. Kentin yakınlarındaki tüm alanlar tarıma elverişlidir. Ne yazıkki kent geçmiş yıllardaki dokusunu kaybediyor.
Kentte yığılan 300.000 civarındaki insan bisiklet kültüründen yoksun. Akla şu soru gelebilir?
-Hani bisiklet kullanılacak yollar nerede? Bisiklet alacak para nerede?
Elbette bu sorular üzerinde düşünülmesi gerekir.
Şunu açıkça söyleyeyim Ben sosyalist bir adamım. Sayın Belediye Başkanımız Dr. İbrahim Aşgın sağcı bir partinin sözcüsü.
Fakat son uygulamaya koyduğu "Bisiklet yolları" kararı tüm Çorumlulara yapılan büyük bir hizmet. Bir sosyalist davranış. Toplumun çıkarlarını düşünen bir davranış. Kendisini ve bu olaya destek verenleri içtenlikle kutluyor, teşekkürlerimi sunuyorum.
Olayın bir başka yanı daha var!
Her caddede, her sokakta bisiklet yolları açılabilir mi? Uygulama yeterli midir?
Pekala mümkündür.
Kimseye akıl vermek benim haddime düşmez.
Başta Gazi ve İnönü caddelerinde park etmek kesinlikle yasaklanmalıdır. Alınan karara uymayanlara cezai yaptırım uygulanmalıdır.
Yayay yollarının genişletilip bir bölümünün bisiklet sürücülerine ayrılması gerekir. Bunun için yapılacak işler şunlardır:
1. Kesinlikle iş yeri sahipleri dükkan önlerini işgal etmemeleridir.
2. Bir çok Avrupa ülkelerinde yaya yollarıyla birlikte olan bisiklet yolları ayrı bir renkte, bisiklet işaretleriyle gösterilmektedir. Yollar bu şekilde dizayn edilmelidir.
3. Yaya yolunu bırakıp bisiklet yolundan gidenlere cezai uygulamalar getirilmelidir.
4. Bisiklet yolları kesinlikle motosiklet vb. iki tekerlekli taşıtlara yasaklanmalıdır.
5. Bisiklet yolu girişimi yalnız bir caddeyle sınırlı tutulmamalı, bu olay tüm kente ve de kent dışı bisiklet yolları olarak yaygınlaştırmalıdır.
6. Belediye emniyetle ilişkiye geçerek alınan, çalınan ve suçta kullanılan bisikletlerle ilgili olarak bir birim ve depo oluşturmalıdır.
7. İnsanların, motorlu taşıtların, silahların vb. bir kimliği gibi bisikletlerle de ilgili bir kimlik ve kimlik deposu oluşturulmalıdır.
İlerde bu konuya tekrar dönmek istiyorum. Şimdilik hoşça kalın. Tüm bisiklet severlere ve bisiklet kullanıcılarına en içten saygılarımı sunuyorum.
Bir takım kuruluşlarımızı bisikletsiz çocuklara yardımcı olmaları için çağırıyorum.
Saygılarımla…
O dönemlerde velespitleriyle köylere gelen gençlere köyün genç kızları, gelinleri de hayranlıkla bakıp imrenirlerdi. Bir de mani-türkü tuttururlardı ardından.
"Velesbitlim geliyor
Açık olsun yolları
Gördükçe sarsın beni
Yarı açık kolları"

"Gel gel hey yiğidim gel
Zerdali içindeki
Çiğidim gel gel gel gel"

"Velesbitlim geliyor
Ağzı bir karış açık
Kimlerden ne umuyor
Bana bak aklı kaçık"

"Gel gel yiğidim gel
İğdenin içindeki
Çiğidim gel gel gel gel."