Sıcak bir yaz günü, beşinci katta bulunan evimizin balkonunda oturmuş çekirdek çitliyordum. Birazdan, hafta sonu bayramının tüm aktörleri, sırayla geçit törenindeki yerlerini almaya hazırlanıyorlardı. Sırf böyle bir şenliğe şahit olabilmek bile, mahalle yaşamı içinde bulunmaya değerdi. Bu anlamda çok şanslıydım. Balkonumuz, çevreye hakim konumuyla büyük bir tiyatronun en özel locası gibiydi. Sütçü ve sucunun geçişinden sonra overlokçu geliyordu; Hiç acelesi yok gibi derinlerden, yavaş yavaş... Kendisine olan hayranlığım, işini yaparken gösterdiği tavır, duruş ve ciddiyette saklıydı. Yorgun, küçük arabasıyla geçerken, bir kasetçiye alelacele doldurttuğu anlaşılan birkaç cümle mesajı söylettirip etrafa, kendisini izleyen balkonlara bakıyordu. Seslenenlere cevap vermek, biraz da iyiden iyiye eskiyen motorun incelen sesini toparlamak istercesine durdu. Kendinden emin hareketlerle hanımlara, yapacağı işi ve özelliğini anlatıyordu. Kadınlar onu ve yaptığı işi çoktandır bildikleri için fazla bir diyaloğa girmiyorlardı. Ellerindeki yollukları, paspasları veriyor, beş on dakika bekliyor ve ücreti de hiç konuşmadan ödüyorlardı. İşte bu bir şekilde oluşan "devlet dairesi" havası, overlokçunun bütün nazının, cazının, gürültüsünün önüne geçiyordu. 
Çayım da bitmiş fakat kalkıp doldurmaya üşeniyordum. Belki de birazdan kopacak gümbürtüye şahit olayım diye... Tam evdekilerden birine seslenmeye hazırlanıyordum ki, dışarıdaki tüm sesleri bastıran bir ses öne çıkmaya başladı. Sanki iki araba, seslerini yarıştırıyor gibiydi. İkisinin de çok acelesi olduğu, sesin artan şiddetinden anlaşılıyordu. Bir tek benim değil tüm mahallenin içine doğmuş gibi herkes işini gücünü bırakmış sesin geldiği yöne, kavşağa bakıyorduk. 
O sırada oyun oynayan çocuk, annesini balkonda görmenin sıcaklığı ile ondan su istedi. Bir daha, bir daha seslendi. Çocuk, annesinin bir tiyatronun en önemli sahnesine konsantre olduğunu bilemezdi tabi. İki kedi, her zamanki kavgalarını yapmış olmanın bıkkınlığıyla, biraz da mola vermek istercesine, yükselen sese dikkat kesildi. 
Ve sancılı bekleyiş, büyük bir çarpışma sesiyle sonlandı. Dominant bir akorun durucu bir akorda bulduğu huzuru hissettim. Kediler kendi kavgalarının sebebini, çocuk da annesine ne için seslendiğini tamamen unutmuştu. Balkonda halı dövmeye çıkan teyze de yorulmuştu; biraz soluklanabilirdi. 
Çarpışma fotoğrafında sağ tarafta bulunan arabanın sahibi, haklı olmanın kendisine verdiği avantajı görmüş ve tabiatında yıllardır besleyip büyüttüğü canavarı ortalara salıvermek için güzel bir zemin oluştuğunu anlamıştı. Büyük bir öfkeyle, sorgusuz sualsiz, talihsiz adama, gözü dönmüşcesine saldırmaya başlamıştı. Haklı olmanın, bir insanın bünyesini nasıl zıvanadan çıkardığına şahit olmaktaydım. Soldaki arabanın sahibi, sağda olmanın haklı(!) gururunu yaşayan adamın, sağlı sollu yumruklarına cevap veremiyordu. Veremezdi... Ülkede idamın kalkmış olmasının, en büyük şansı olduğunu düşünüyor, kıldan ince boynunu darbelerin geldiği yöne uzatıyordu. Kontrolsüz bir kavşakta, sağdaki arabanın sahibi olmak kadar büyük bir nimet olabilir miydi? Ya soldaki araba olsaydı! O zaman da bu kadar cevval saldırabilecek miydi? Haksız olduğu için sükut edip dayağı yemeye razı olacak mıydı? Sağdaki arabanın sahibi suçluyu dövmekten yorulmuştu. Soldaki arabanın sahibi suçluluğunu kabul etmiş, cezasını çekmişti. Birazdan gelecek polise yapılacak izah sadece bir formaliteden ibaretti. Sekizde sekiz suçlu olan, her türlü cezayı hak edendir! Polis, adamın darmadağın suratını hiç sormadı. Tutanağı tuttu, taraflara el sıkıştırdı, gitti. Sağdaki arabanın sahibi de "böyle durumlarda bu yapılır!" şeklinde yaptığı işten emin, haklı olmanın gururu ve onuruyla daha bir büyüyerek ve güçlenerek gitti. 
Trafik kuralları ile alakalı kitabi bilgilerim sahada gördüklerimle daha bir pekişmişti. Bundan sonra kavşaklara girerken daha dikkatli olacaktım. O güne kadar böyle bir olayla yüz yüze gelmemem Allah'ın büyük bir lütfu diye düşünüyordum. Soldaki arabanın sahibi kaldırıma oturmuş, bir türlü ayağa kalkamıyordu. Ve sonra birden arabanın arka kapısı açıldı. Sahnenin başından beri gözükmeyen ve bu rolde ne yapacağı ile ilgili hiçbir fikri olmayan, "masum, boynu bükük kız çocuğu" çıktı. Çarpışmanın şiddeti ile kulakları çınlamış, bir süre arabadan çıkmayı akıl edememişti. "Dünyanın en güçlü insanı" olarak bildiği babasını gördü. Bir daha, bir daha baktı suratına babasının.  Çocuk, ısrarla yüzünü göstermeyen babasını, "ce" yapmasını bekler gibi bekledi bir süre. Sonra sırtına tırmandı. Elinden tuttu. Kaldırdı babasını yerden. O an büyüdü çocuk, hiç sormadı: neden? 
Tiyatro ara verdiğine göre "çayımı doldurabilirim" diye düşündüm. Bir seçim otobüsü, son yaşananların üstünü kapatmak istercesine bütün şatafatı ve debdebesi ile peydah oldu. Dev otobüs, gözümüzün gördüğünü, kulağımızın duyduğunu silmek istercesine, son sistem hoperlorlarını avaz avaz bağırttırıyordu. Popüler müzik endüstrisinin dizayn ettiği şarkının üzerine seslendirilmiş, samimiyetsiz ve bir o kadar uyduruk güfte desteğiyle geçişini tamamlıyordu. Otobüsün güneş gözlüklü, kolunu dışarı sarkıtmış, peşin satıcı şoförü ile overlokçu gözgöze geldi bir an... Allah'tan overlokçu, otobüsün sağındaydı; Yüreğime bir su serpildi...  
Kontrolsüz bir kavşakta kural nedir? Trafik kuralları konusunda kitapların öğrettikleri kadar değildim artık. Sahada gördüklerim eğitimimin en önemli halkası olmuştu. İşte evimin sahneye bakan balkonundan, trafik hususunda  öğrendiklerim: "Kontrolsüz bir kavşakta cereyan eden bir kazada, sorgusuz sualsiz sağdaki haklıdır!" "Soldaki dikkatli olacak, kör mü gözünün önüne bakacak!" "Sağdaki, yolu otoban olarak kullanabilir ve  hız limitsizdir!" "Eğer soldakiysen, dayağı kabullenecek, mukavemet etmeyecek ve elinde kalan nimetleri hatırlayıp şükredeceksin!"