Efendim teknolojik gelişmeler, ekonomik ve sosyal nedenlerle 1970'li yıllardan itibaren köylerden şehirlere doğru önce yavaş yavaş daha sonra da hızlı bir şekilde göç dalgası başladı.  Özellikle son yıllarda alınan tedbirlere ve verilen teşviklere rağmen istenilen seviyede köylere geri dönüş sağlanamadı. Köy tabiri ile ''Köyde ağa olmaktansa şehirde amele olsun ama çoluğu çocuğu daha iyi imkânlar bulsun. Biraz da aile büyüklerinden uzak olsun, -dır dır duyulmasın'' dendi. Bu bağlamda; 
İlk göç edenler köylerden irtibatlarını koparamadılar. Buldukları her fırsatta köylerine gelip ana babalarının işlerine güçlerine yardım ettiler. Çocuklarına hem köy hem de şehir hayatını yaşattılar. Giderken de kışlık nevalelerini götürdüler. Belki de bunlar en şanslı kuşaktı. Lakin bu kuşağın ve bundan sonraki kuşakların çocukları bu kadar şanslı olamadılar. Bundan sonra da olması pek mümkün görünmüyor. Çünkü ''Misket çocukluğundan disket (internet) çocukluğuna'' geçildi. Köylerdeki aile büyükleri de birer birer Hakk'ın rahmetine kavuşunca o anılarla dolu evler, bağlar, bahçeler: ''Virane olmuş bağlar / Oturmuş anam ağlar / Babadan kalan eşyalar / Hurdacıya… Hurdacıya''  misali yok oldu. Sonra da arada bir uzaktan uzağa internetten gölgesine bakıldı. Derinden ahlar çekildi… ''Şimdiki aklım olsaydı kesinlikle o evimizi, bahçemizi satmazdım. Düğünde bayramda gider kuru sedirin üzerinde iki gece yatar hasret giderirdim'' diye nedamet duyanlar oldu. Ben köy şehir ilişkisini üç kuşak olarak görmekteyim.
A)    Genç Kuşak: Kökü şehirde olduğundan hiç köy hayatı olmadı. Genç kuşaklar ve bundan gelecek kuşaklar çok sanışız. Çünkü yediği ekmeğin, meyvenin, içtiği sütün menşeini göremedi. Dokunamadı, tarlada çamura batamadı. Yazın sıcaklarda hayvanların peşinden koşamadı. Bağ da bahçe de çalışan ırgatlara annesinin hazırladığı azığı götüremedi. Merkebe, ata binemedi. Kediyi köpeği doya doya sevemedi… Okula gitmek için hazırlanırken, ' bugün okula değil kuzuların peşine gideceksin'' fırçasını yiyemedi. Bayramlarda cami avlusunda sıraya geçip 7’den 70’e büyüklerin ellerini öpemedi. Her şeyi hazır buldu. İstemeden cebine paralar, kartlar kondu. Eskimeden yenileri alındı ama babası kadar hele dedesi kadar hiç sevinemedi.  Bayram geceleri bayramlığını koynuna alıp uyuyamadı… ''Her şey var bir şey yok. Stresteyim dosttum streste''  misali yaşam tarzına mahkûm oldu. Dolaysıyla köyün varlığı ile yokluğu hiç umurunda olmayan hatta aile ortamında köyle ilgili sohbetlerden sıkılan bir kuşak türü olarak  gözümüze çarpmaktadır.
B)    Orta Kuşak:  En şanslı kuşak olarak göze çarpmaktadır.  Zira az çok köyün kahrını çekti. Oluktan suyunu içti, havasını teneffüs etti. Anne babasıyla bağ bahçeye gitti. Sonra da şehir hayatının artısını eksisini yaşadı. Emekli olunca yazın köyde kışın şehirde yaşarım deme imkânını buldu. Şehir hayatından sonra köye geldiğinde de uyum sağlamakta sıkıntı çekmedi. 
C) Yaşlı Kuşak: Kökü, gövdesi köyde ama elden etekten düştüğü için dalları resen şehirde. Yaşlı kuşak ise yine şansız kuşaklardan biri olarak görülmektedir. Ya köyde piri fani olarak kaldı ya da hayat arkadaşını kaybedince ve elden etekten düşünce şehirde çocukların yanında ya da devletin şefkatli ellerinde (huzur evi) kalmaya mahkûm oldu. Maddi hiçbir sıkıntısı olmasa da kendine göre çocuklarının lüks eşyaların arasında bunalıp ''Keşke şimdi köyümde olsam, sobanın üzerinde ninni söyleyerek kaynayan demliğin çayından içsem, hele birde bardağın dibini ocaklığa doğru serptirmenin zevkini yaşayabilsem'' diye lisanı haliyle haykırdı. Birde bunların üstüne oğluyla kızıyla,  damadıyla geliniyle, torunlarıyla kuşak çatışması yaşadığında; en basiti kendi eskiden gelen alışkanlıkla yüksek sesle ajans dinlemek isterken torunlar magazin seyretmek istediğinde veya televizyonun sesini kıstığında bir başka ahlar çekti.
''Geçmişi iyi okumayan milletler geleceği inşa ederken hata edebilirler.''  Sırrınca doyduğumuz yeri severken doğduğumuz veya ecdadımızın kemiklerinin bulunduğu köylerimizi unutmamalıyız.  Yaylaların köylerin zorluğunu ve şehirlerin rahatlığını yaşamış biri olarak dünden bugünlere verdiğim seminerlerde, ikili sohbetlerde buram buram Anadolu kokan köylerimizle, teknoloji esiri olan ve daha da olacak olan çocuklarımızı, parklarda, cami avlularında zaman öldürmeye çalışan yaşlılarımızla buluşturmak, kültürel miraslarımızı koruyabilmek adına ÇORUM MİLLET KÖYÜ MÜZESİ  (içinde köy geçmek şartıyla farklı isim olabilir) kurulmasını yetkili ve etkililerin bilgilerine arz ediyorum. Netice olarak kısaca;
1. Şehrin yakınlarında bir yerleşim yerine, 700 küsür köyümüzdeki tüm ortak değerleri temsil edecek şekilde minyatürler (ahşap ev, ahır, hayat, ağıl, tarım aletleri, hayvanlar, yabani hayvanlar, böcekler, oluk, eşme çeşme, bağ bahçe, ağaçlar, meyve ağaçları, salla hasta - cenaze taşıma, merkeple odun taşıma, kabristan ve başında Fatiha okuyan çocuklar vb.)
2. Çocuklarımızın yediği ekmeğin, meyvenin, içtiği sütün ve diğer tüm ihtiyaçların menşeini bilmesine vesile olacak aşamaların minyatürleri. (mesela, dünden bugünlere buğdayın ekimi, aşamaları ve su değirmeninden / un fabrikasından en son soframıza gelişi ) Usulünce bunu çocuklarımıza anlatabilirsek israfı önlemeye de çok büyük katkısı olacaktır. 
3. Mahalle (Mehle) kültürü, unutulmuş çocuk oyunları
4. Ulu çınarlarla sohbet salonları. (haftanın belirli gün ve gecelerinde toplumda kanaat önderleri diye tabir edilen köylü Ahmet amcadan üniversitedeki Profesöre kadar sohbet programları - anı anlatımları) Anılar, selin içinde giden kütük gibidir. Kenara çekilmezse selle beraber denize ulaşır ve kaybolur. İnsanla beraber ise toprağa karışır kaybolur.
5. Yaşlıların birbirleriyle tanışma konuşma (hayatın gerçeği olan arada dedi kodu) salonları. Eşiyle beraber çalışan evlatlar (birde anne babaya düşkünse) evde yaşlı anne veya babalarını bıraktıklarında gözleri arkada kalır.  Böyle bir imkân olursa kendini idare eden babasını anasını sabah alıp buraya bırakır. Akşam iş dönüşü ise alıp evine götürür. Hem ailenin yükü azalır, evlatların gönlü rahat olur hem de yaşlılar balkonlara mahkûm olmaktan kurtulur. 'Kafaya göre külah gerek' hesabı kendine arkadaş bulur. Burada yaşlılarımıza özel değil sadece ihtiyaç halinde genel yardım yapılabilir. Yapılacak hizmetler bedava değil ama bedavaya yakın olabilir.
6. Dedelerin torunlarının ellerinden tutup geçmişin minyatürlerini göstererek veya gerçeğini yaşayarak anlatabileceği alanlar.
7. Şartlar müsait olursa arpa, buğday, yulaf, pirinç ve tüm sebzelerden minyatürden ziyade 3-4 metre alanlara mini mini ekim yapılması. Ziyarete gelen çocukların o tahılı, sebzeyi görmesi dokunması.
''İhtiyaçtan fikirler, fikirlerden projeler doğar'' sırrınca bu ve daha farklı projeleri ortaokul yıllarından beri kafaya takar bir köşeye yazarım. Bazılarında yıllar sonra farklı versiyon da uygulanmaya başladığını görünce inanın çok mutlu olurum. (öğrenci iken önce görme engelliler için, kaldırımlara su borusu döşerim engelliler elindeki çubuğu ona dokunarak yürüyebilir diye yazmışım. Şimdi onun farklı versiyonu olan kabartma taşlar döşendi)
Bu proje uygun görülüp Samsun yolu yakınlarına uygulanabilirse yoldan gelip geçenler kesinlikle buraya uğrar. Çoluğuna çocuğuna gezdirir. Ekonomik anlamda Çorum'a katkı sağlar. Yerli turist bazında artış olur. Türkiye geneline de örnek olur. Bu fikrimi geçmişte, Belediye Başkanı Sayın Zeki Gül Bey’e de arz ettiğimde olumlu karşılamıştı. Geçenlerde Ankara Belediye Başkan adayı Sayın Mehmet Özhaseki Bey de ''Çocuk Köyü Müzesi'' olarak televizyon programında söylediler. 
ÖZETİN ÖZETİ: 60-70 sene köylerde toprakla haşır-neşir olmuş yaşlılarımızı apartmanların lüks balkonlarına mahkûm etmeyelim. Onların kahve köşelerinde, parklarda,  şadırvanlarda tek başına oturarak zaman öldürmeleri yerine kültürel mirasımızı gelecek nesillere aktarmalarına vesile kılalım. Etkili yetkililere âcizane arz ederim ki, iki yatırım kesinlikle boşa gitmez. Bunlardan biri yaşlılara diğeri ise gelecek nesillere yapılandır.  Birinde dua alınır diğerinde gelecek muhafaza altına alınır. Ne dersiniz efendim? Saygılarımla…