Se­kü­le­rizm tar­tış­ma­la­rın­da din işi-dün­ya işi ay­rı­mı ko­nu­nun ek­se­ni­ni teş­kil et­mek­te­dir. İslâmın se­kü­ler bir dü­zen ön­gör­dü­ğü­nü sa­vu­nan­lar do­lay­lı ola­rak şu­nu de­miş olu­yor­lar: Fert ve top­lum ola­rak in­sa­nın ha­ya­tın­da di­nin ka­rış­ma­dı­ğı, di­ni il­gi­len­dir­me­yen, in­san­la­rın ken­di akıl­la­rı ve de­ney­le­ri ile dü­zen­le­yip ya­şa­ya­cak­la­rı alan­lar var­dır, dev­let de bun­lar­dan bi­ri­dir. Di­nin de ken­di­ne mah­sus alan­la­rı var­dır; din bu alan­da özerk­tir, ha­kim­dir, dev­let de ken­di ala­nın­da...


İslâmî ke­sim­de böy­le dü­şü­nen­le­rin da­ya­nak­la­rı di­nin ta­bi­atı ve ama­cı ile ko­nu­ya özel bir kı­sım nas­lar­dır. On­la­ra gö­re din, in­san (fert) ile Al­lah ara­sın­da­ki iliş­ki­le­ri dü­zen­ler, ina­nan­la­rın ebedî ha­yat­ta (ahi­ret­te) mut­lu ol­ma­la­rı­nın yol­la­rı­nı gös­te­rir. Ay­rı­ca Hz. Pey­gam­ber (s.a.) dün­ya işi­ni, il­gi­li­le­rin ken­di­sin­den da­ha iyi bil­dik­le­ri­ni ifa­de bu­yur­muş­tur. Şu hal­de dün­ya işi (si­ya­set, hu­kuk, sos­yal dü­zen, ik­ti­sat, ah­lak, eği­tim, es­te­tik, dün­ya bi­li­mi (ta­bii ve in­sa­ni ilim­ler vb., tek­nik ve tek­no­lo­ji...) in­sa­na bı­ra­kıl­mış­tır, di­nin ala­nı dı­şın­da­dır, dün­yevîdir. Nis­pe­ten mu­ha­fa­zakâr olan ba­zı­la­rı­na gö­re dün­ya işi yal­nız­ca dün­ya bi­li­mi, tek­nik ve tek­no­lo­ji­dir.


Bu id­di­aya mes­net teş­kil eden iki de­lil­den bi­rin­ci­si ge­nel­lik­le din­ler ve özel­lik­le de İslâm için yan­lış ve ek­sik bir ta­sav­vu­ra/ta­nı­ma da­yan­mak­ta­dır. Dün­ya iş­le­riy­le en il­gi­siz, en iliş­ki­siz din­ler bi­le men­sup­la­rı­nın iman ve şu­ur­la­rı yo­luy­la dün­ya iş­le­ri­ni et­ki­ler. İslâma ge­lin­ce o, işi yal­nız­ca iman ve şu­ura bı­rak­ma­mış, doğ­ru­dan dün­ya ha­ya­tı­nı, “in­san-Al­lah, fert-fert, fert-top­lum, fert-eş­ya...” iliş­ki­le­ri­ni dü­zen­le­yen, yön­len­di­ren, ku­ral­la­ra bağ­la­yan ta­li­mat gön­der­miş, bun­la­ra uy­ma­nın mec­bu­ri ol­du­ğu­nu, mü­ey­yi­de­si­ni açık­la­ya­rak ilan et­miş­tir.


Hz. Pey­gam­ber (s.a.)in “Siz dün­ya işi­ni da­ha iyi bi­lir­si­niz” cüm­le­si­ne ge­lin­ce, bu sö­zün hem bir söy­le­niş se­be­bi, ye­ri, hem de bir­den faz­la –ri­va­ye­te gö­re– şek­li var­dır. Ken­di­le­ri Me­di­ne’ye hic­ret bu­yu­run­ca bu­ra­da hur­ma zi­ra­ati ile meş­gul olan­la­rın, er­kek hur­ma­lar­la di­şi hur­ma­la­rı aşı­la­dık­la­rı­nı (toz­laş­tır­dık­la­rı­nı), bu­nun için va­kit ve emek har­ca­dık­la­rı­nı gör­müş, “Bu­nun bir fay­da­sı ola­ca­ğı­nı zan­net­mi­yo­rum”, bir baş­ka ri­va­yet­te “Bel­ki de yap­ma­sa­nız da­ha iyi olur” bu­yur­muş, bu­nu dinî bir ta­li­mat zan­ne­den il­gi­li­ler toz­laş­tır­ma işi­ni terk et­miş­ler, toz­laş­tır­ma ya­pıl­ma­yın­ca ürün ol­ma­mış, du­rum Re­su­lul­lah(s.a.)’a bil­di­ri­lin­ce de şöy­le bu­yur­muş­tur:

1. ri­va­yet: “Bu ken­di­le­ri için fay­da­lıy­sa yap­sın­lar, ben zan ve ka­na­ati­mi söy­le­dim, bu­nu söy­le­dim di­ye be­ni so­rum­lu tut­ma­sın­lar, An­cak ben Al­lah’tan bir şey bil­di­rir­sem onu uy­gu­la­yı­nız; çün­kü Al­lah adı­na as­la yan­lış ve ger­çek dı­şı bir şey söy­le­mem.”
2. ri­va­yet: “Ben an­cak bir be­şe­rim, si­ze di­ni­niz­den bir şey bil­di­rir­sem onu he­men alıp uy­gu­la­yın, eğer bir rey ve ka­na­at bil­di­rir­sem ben de an­cak bir be­şe­rim.”
3. ri­va­yet: “Siz dün­ya­nı­zın işi­ni da­ha iyi bi­lir­si­niz.” (Müs­lim, Fedâil, 139-141).
Ha­di­se ve söy­le­nen söz (çe­şit­li ri­va­yet­le­riy­le) bir­lik­te göz önü­ne alın­dı­ğın­da or­ta­ya çı­kan so­nuç şu­dur:
a) Hz. Pey­gam­ber’in Al­lah (din) adı­na dü­zen­le­mek, yön­len­dir­mek, ör­nek ol­mak, ka­ide­le­re bağ­la­mak, mü­da­ha­le et­mek­le va­zi­fe­li ol­du­ğu alan, yal­nız­ca ahi­ret ve­ya fert-Al­lah iliş­ki­si ala­nı de­ğil­dir. Bu­nun böy­le ol­ma­dı­ğı, Kur’an-ı Ke­rim ve Sün­net’in yüz­ler­ce ta­li­ma­tı, dü­zen­le­me ör­ne­ği ve uy­gu­la­ma ile sa­bit­tir.
b) Hz. Pey­gam­ber’in han­gi alan­da olur­sa ol­sun bü­tün söy­le­dik­le­ri ve yap­tık­la­rı Al­lah adı­na (bu mânâda di­ni) de­ğil­dir; O, bir be­şer ola­rak, ta­ma­men ken­di ic­ti­ha­dı, be­şe­ri bil­gi, tec­rü­be ve ka­na­ati­ne da­ya­na­rak da bir söz söy­le­ye­bi­lir, bir dav­ra­nış­ta bu­lu­na­bi­lir. An­cak di­ğer in­san­lar­dan fark­lı ola­rak O’nun söz ve dav­ra­nı­şın­da Al­lah’ın rı­za­sı­na, di­nin hü­küm­le­ri­ne ay­kı­rı bir ta­raf bu­lu­nur­sa –ki bu da an­cak he­nüz ken­di­si­ne hü­küm vah­ye­dil­me­miş bu­lun­du­ğu için ola­bi­lir– der­hal Al­lah ta­ra­fın­dan ikaz edi­lir, doğ­ru olan bil­di­ri­lir.
c) Hz. Pey­gam­ber’in han­gi alan­da ve ko­nu­da olur­sa ol­sun Al­lah’tan alıp Kur’an ve­ya Sün­net içe­ri­sin­de üm­me­te teb­liğ et­ti­ği ta­li­mat, bil­gi, hü­küm, dü­zen­le­me din­dir, dinîdir. Bun­la­rın an­la­şıl­ma­sı, uy­gu­lan­ma­sı, şart­la­ra gö­re ayar­lan­ma­sı, de­ğiş­me­ye açık olan­la­rın de­ğiş­ti­ril­me­si “ic­ti­had” de­ni­len bir ilmî fa­ali­yet ve ça­ba ile ger­çek­leş­ti­ri­lir.
d) Di­nin bir hük­mü, dü­zen­le­me­ye, ta­li­ma­ta bağ­la­ma­dı­ğı, ko­nu kıl­ma­dı­ğı alan­lar­da in­san­lar, be­şe­ri bil­gi ve tec­rü­be kay­nak­la­rın­dan ya­rar­la­nır, ge­re­ke­ni ya­par­lar; bu alan­da bil­gi ve tec­rü­be sa­hi­bi olan­lar, pey­gam­ber ve ve­li de ol­sa ay­nı ko­nu­da bil­gi ve de­ne­yi­mi ol­ma­yan­lar­dan -bu iş­le­ri– da­ha iyi bi­lir­ler.
e) Be­şe­rin bil­gi ve de­ne­yi­mi­ne bı­ra­kıl­mış bu­lu­nan alan­lar­da el­de edi­len bil­gi­ler, tek­nik ve tek­no­lo­ji­ler hem el­de edi­lir­ken, hem de uy­gu­la­ma­ya kon­du­ğun­da din ile iliş­ki­siz ola­maz­lar. Bir müs­lü­man ilim ada­mı­nın iman ve şu­uru dün­ya bil­gi­si­ni de et­ki­ler, bu bil­gi ve tek­no­lo­ji­nin uy­gu­lan­ma­sı sı­ra­sın­da ise her adım­da Al­lah’ın emir ve rı­za­sı, di­nin ge­nel il­ke­le­ri ve ama­cı gö­ze­ti­le­cek­tir.