İl Müf­tü­le­ri İs­ti­şa­re Top­lan­tı­sı so­nun­da açık­la­nan bil­di­ri­yi tah­li­le de­vam edi­yo­ruz.
Bu­gün­kü ya­zı­ya uzun­ca bir alın­tı ile baş­lı­yo­rum; çün­kü bu ko­nu son gün­le­rin gün­de­mi­ni hay­li­ce meş­gul et­ti, Di­ya­net’in tav­rı hak­kın­da da ile­ri ge­ri ko­nu­şul­du, ya­zıl­dı.
Bil­di­ri (do­la­yı­sıy­la Di­ya­net) di­yor ki:
“İs­lam, bü­tün in­san­lı­ğın hu­zur ve mut­lu­lu­ğu için gön­de­ril­miş, kı­ya­me­te ka­dar ba­ki ka­la­cak hak din­dir. İs­lam’ın za­man ve mekâna gö­re de­ğiş­me­yen, baş­ta tev­hid ol­mak üze­re inanç ve iba­det esas­la­rı­na da­ir sa­bi­te­le­ri; va­ro­lu­şa, in­sa­na, ha­ya­ta, çev­re­ye da­ir ev­ren­sel il­ke­le­ri ve ah­la­ki de­ğer­le­ri var­dır. Bu­nun­la bir­lik­te İs­lam âlim­le­ri bi­rey­sel ve top­lum­sal ha­ya­tın de­ği­şen ve ge­li­şen ih­ti­yaç­la­rı­na yö­ne­lik yi­ne Ki­tap ve Sün­ne­te da­ya­nan bir Fı­kıh Usu­lü ge­liş­tir­miş­ler­dir. Böy­le­ce İs­lam’ın te­mel il­ke­le­ri­nin, dün­ya gö­rü­şü­nün ve ada­le­ti esas alan top­lum­sal ha­yat ide­ali­nin di­na­mik­li­ği­ni sağ­la­ma­yı he­def­le­miş­ler­dir./Di­nin de­ğiş­mez sa­bi­te­le­ri dı­şın­da ka­lan ve ic­ti­ha­dın müm­kün ol­du­ğu ala­na dâhil olan ba­zı fıkhî hü­küm­le­ri, de­ği­şen şart­la­ra gö­re gün­cel­le­mek, din­de re­form yap­mak an­la­mı­na gel­me­mek­te­dir. As­lın­da bu dav­ra­nış, İs­lam’ın ev­ren­sel ha­ki­kat­le­ri­ni, on­la­rın özü­ne do­kun­ma­dan her ça­ğa ve top­lu­ma ak­tar­mak ve vah­yin ışı­ğın­da ha­ya­ta reh­ber­lik et­mek de­mek­tir. Ke­sin ve açık bir nas­sın ol­du­ğu yer­de ic­ti­had edi­le­me­ye­ce­ği gi­bi, böy­le bir nas­sın ol­ma­dı­ğı ko­nu­lar­da za­ma­nın de­ğiş­me­si­ne bağ­lı ola­rak hü­küm­le­rin de de­ği­şe­bi­le­ce­ği ma­lum­dur. Bu an­la­yış çer­çe­ve­sin­de Din İş­le­ri Yük­sek Ku­ru­lu­muz, İs­lam’ın sa­bi­te­le­ri ile bir­lik­te ha­ya­tın ger­çek­lik­le­ri ve de­ğiş­ken­le­ri­ni de dik­ka­te ala­rak dinî bil­gi üret­mek­te­dir.”
Di­ya­net söz­ko­nu­su ol­du­ğun­da ökü­zün al­tın­da bu­za­ğı ara­yan­lar ya­kın geç­miş­te, Cu­ma hut­be­le­ri­nin so­nun­da “Al­lah’a gö­re din el­bet­te İs­lam’dır” mea­lin­de­ki âye­tin okun­ma­ma­sı­nı ba­ha­ne ede­rek sal­dır­mış­lar­dı. De­di­ko­du­yu kes­mek için sa­nı­rım ka­rar ile ye­ni­den okun­ma­ya baş­lan­dı. Hut­be baş­tan so­na İs­lam’ı an­la­tı­yor, İs­lam’ın ki­ta­bın­dan ve sev­gi­li Pey­gam­be­ri­miz’den (s.a.) na­kil­le­re ya­pı­yor, baş­ka din­den, baş­ka “kut­sal de­ni­len ki­tap­tan” na­kil yap­mı­yor, bü­tün bun­lar Di­ya­net’in İs­lam’ı tek hak din ola­rak ka­bul et­ti­ği­ne yet­mi­yor da bir o cüm­le mi Di­ya­net’i te­mi­ze çı­ka­rı­yor­du. Her ney­se, bil­di­ri­de­ki şu cüm­le de kö­tü ni­yet­li­le­re bir ce­vap ol­sa ge­rek­tir:
“İs­lam, bü­tün in­san­lı­ğın hu­zur ve mut­lu­lu­ğu için gön­de­ril­miş, kı­ya­me­te ka­dar ba­ki ka­la­cak hak din­dir…”
Bil­di­ri­nin bu mad­de­sin­de İs­lam’da de­ği­şen ve de­ğiş­me­yen hü­küm­ler ile ic­ti­had ve re­form ko­nu­la­rın­da ge­rek­li ve bi­ze gö­re de mak­bul olan açık­la­ma ya­pıl­mış bu­lu­nu­yor.
1. “Nas­sın bu­lun­du­ğu yer­de ic­ti­had ca­iz de­ğil­dir” ku­ra­lı­na sa­dık ka­lı­nı­yor.
2. İc­ti­ha­dın müm­kün ve ca­iz ol­du­ğu alan­lar­da Fı­kıh Usu­lü­ne uy­gun ola­rak za­ma­nın ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­yan açık­la­ma­la­rın din­de re­form ol­ma­dı­ğı­nın al­tı çi­zi­li­yor ve böy­le­ce Di­ya­net’in re­form­cu ol­ma­dı­ğı da ifa­de edi­li­yor.
3. “Din İş­le­ri Yük­sek Ku­ru­lu­muz, İs­lam’ın sa­bi­te­le­ri ile bir­lik­te ha­ya­tın ger­çek­lik­le­ri ve de­ğiş­ken­le­ri­ni de dik­ka­te ala­rak dinî bil­gi üret­mek­te­dir” cüm­le­si, Yük­sek Ku­rul’un ala­nın­da ye­tiş­miş eh­li­yet­li üye­le­ri­nin is­ti­şa­re yön­te­mi­ni kul­la­na­rak ge­rek­ti­ğin­de “cemâ’î (âlim­le­rin bir­lik­te) iç­ti­ha­dı” usu­lü­nü uy­gu­la­dık­la­rı­nı açık­lı­yor. Ku­rul, geç­miş ule­ma­nın (fu­ka­ha­nın) mesâîsi­ni so­nu­na ka­dar kul­la­nı­yor, bu mesâî için­de bu­lun­ma­yan hü­küm­le­ri ve fet­va­la­rı ise en uy­gun yön­tem­le (usu­le da­ya­lı is­ti­şa­re ile) üre­ti­yor, di­ni­ni ya­şa­mak is­te­yen Müs­lü­man­la­ra reh­ber­lik edi­yor, hiz­met ve­ri­yor.
Bu ko­nu­lar­da ka­fa yor­muş bir kar­de­şi­niz ola­rak şu ha­tır­lat­ma­yı yap­mam ge­re­ki­yor:
“Nas­sın bu­lun­du­ğu yer­de ic­ti­had ya­pıl­maz” ku­ra­lı, “İc­ti­had kı­yas­tan iba­ret­tir” di­yen ve is­tih­sa­na şid­det­le kar­şı çı­kan İmam Şâfiî’nin gö­rü­şü­dür.
Baş­ta Ha­nefîler ol­mak üze­re bir­çok müç­te­hi­de gö­re nas­sın bu­lun­du­ğu yer­de de “delâlet-fehm: Nas­sın ne­yi ifa­de et­ti­ği, ne­ye de­la­let et­ti­ği, nas­sın yo­ru­mu” ile “is­tih­san: Me­se­la mas­la­hat, örf ve za­ru­ret se­be­biy­le nas­sın fark­lı yo­ru­mu” ic­ti­had­la­rı ya­pı­lır.
Âlim­le­rin kır­mı­zı çiz­gi­si şu ol­ma­lı­dır:
İc­ti­ha­dın, yo­ru­mun, dinî bil­gi üret­me­nin ama­cı, İslâm’ı ça­ğa uy­dur­mak ve bâtıl ola­na hak li­ba­sı giy­dir­mek de­ğil, İslâm’ın ha­ki­kat, ada­let ve rah­me­ti­ne su­sa­mış bu­lu­nan ça­ğa, uy­gun dil ile İslâm’ı teb­liğ et­mek ve özü ile ol­du­ğu ka­dar sö­zü ile de İslâm’ı ha­ya­tın için­de tut­mak.