Şöyle bir müşkülüm oluştu: ”2015 yılında bir arkadaşıma 6.000 TL nakit borç verdim. Ancak bu arkadaş vadettiği tarihte borcunu ödemedi ve ödemeyeceği de anlaşıldı. Ben de borç senedini icraya verdim. 6 yıl sonra bu arkadaş borcunu ödeyebileceğini ve icrayı kaldırmamı istedi. Ayrıca beni mağdur ettiğini ve döviz ya da altın üzerinden değerleme yaparak borcunu ödemek istediğini belirtti. Karşılıklı tamam dedik. Bunun üzerine avukatım da icra işlemini durdurdu. İcra işleminde 2.500 TL faiz tahakkuk etmiş (Yani 6.000 + 2.500 = 8.500 TL). Anlaştığımız üzere avukatımın yanında toplandık. Borcu döviz ve altın üzerinden bugüne değerledik. Bugünkü değer üzerinden alacağımın miktarı, döviz karşılığı 18.000 TL, altın karşılığında 24.000 TL çıktı. Bunu duyan borçlum, verdiği sözden vazgeçerek, ben icra faizi üzerinden 8.500 TL ödeme yapacağım dedi. Böyle bir durumda icra dosyasına göre tarafıma ödenen miktarın tamamını, yani anapara artı faizi alabilir miyim? Yoksa sadece anapara olan 6.000 TL’yi alıp, 2.500 TL’lik faizi dağıtmalı mıyım?”
Cevap
Karz-ı hasen, Allah rızası için borç vermektir ve bu borcun vadesi bağlayıcı değildir. Alacaklı talep ettiği zaman borçlu ödemek mecburiyetindedir.
Vadenin bağlayıcı olmaması borçlu bakımından sıkıntı doğurmaz mı?
Doğurabilir, ancak alacaklının kendine ait parasını/alacağını tahsil ederek sıkıntısını gidermesi tercih edilir ve bu adaletli bir çözümdür. Borçlunun sıkıntısını ise gerçek manada Müslüman toplum, geniş manalı infak, karz-ı hasen, para vakıfları vb. benzerleri ile daima giderir, bir yerde fazla var iken diğer yerde sıkıntı olmaz, olmamalıdır.
Kâğıt para sisteminde enflasyon kaçınılmazdır. Bu yüzden paranın satın alma gücü azalınca borçlunun bunu telafi etmesi, yani enflasyon farkını da ödemesi faiz değil, satın alma gücü bakımından borcu tam olarak ödemektir. Bin lira borç alan kişi bunu bir yıl sonra öderken eğer yüzde on enflasyon gerçekleşmiş ise 1100 lira ödeyecektir, eğer bin lira öderse yüz lira borçlu kalır. Bu böyledir çünkü günümüzde kâğıt para altın gibi bir değerli maddeye bağlı değildir, değeri, satın alabildiği mal ve hizmete bağlıdır.
Sorudaki duruma gelince:
Ödünç verilirken ödemenin, mesela TL’nin o günkü karşılığı olan belli bir yabancı para veya altın ile yapılması konusunda karşılıklı rıza ile sözleşme var ise ödeme buna göre yapılacaktır.
Böyle bir sözleşme/şart yoksa ödemede, birçok malın değer ortalamasına göre tespit edilen enflasyon farkını değil de ya çok değer kazanmış veya çok değer kaybetmiş bir maddeye göre enflasyon farkını talep etmek adil ve haklı değildir. Doğru olan, güvenilir kurumların ilan ettikleri enflasyon farkına göre ödemenin yapılması ve takva yönünden biraz daha da iskonto yapılmasıdır.
Taraflar ödeme konusunda anlaşmazlığa düştüklerinde dava, Müslüman hakem heyeti yerine laik mahkemeye götürülürse mahkeme elbette temerrüt faizinin de ödenmesine hükmedecektir. Alacaklı bu faizin, ancak enflasyon farkı kadarını kendisi için alabilir, daha fazlası olursa bunu öncelikle borçluya iade eder, eğer bu mümkün olmuyorsa yoksullara verir.
Geçen haftaki yazımda açıkladığım üzere, başta faizli akit yapılmadıkça ödeme sırasında borçlunun faiz diyerek verdiği fazlalık, enflasyon farkını aşmadıkça faiz değildir ve bu miktar alacaklının hakkıdır, alacağının satın alma gücü bakımından eşit olan miktarıdır.
Bir mektup
İsrail’in Çöküşü, Filistin’in ve Mescid-i Aksa’nın Kurtuluşu:
İsrail aynı insan vücuduna yayılan “agresif kanser hastalığına” benzer.
Bu “İsrail kanseriyle” mücadele etmek için (yani Müslüman topraklardan / vücudundan çıkarmak için), kemoterapi yoluyla (vücuda ağır ilaç verme yoluyla), radyoterapi yoluyla (dokusal ışın tedavisi yoluyla), ameliyat yoluyla (kanser dokularını ve hücrelerini mümkün olduğu kadar çıkarma yoluyla) ve hipotermi-terapi (yüksek derecede toplumsal ısıtma yoluyla kanser dokularının ve hücrelerinin ölmesi yoluyla) uygulamak gerekir.
…hocam, Filistin’in ve Mescid-i Aksa’nın İsrail’in zulmünden, katliamlarından, kuşatmasından ve işgalinden kurtulması için, acilen çok gizli “entelektüel mücadeleye” gidilmesi gerekiyor.
Mesela Türkiye’nin en güvenilir entelektüel uzmanlarından oluşan çok gizli bir “bilim kurulu” kurulabilir.
Bu “gizli bilim kurulun” Türkiye’nin en iyi siyasi, ekonomik, askeri, kültürel ve toplumsal uzmanlardan (bilim adamlarından) oluşması gerekiyor.
Bilhassa Türkiye’de Yahudilik ve Siyonizm konularında uzmanlaşmış ve İsrail’in “toplumsal anatomisini” bilen (yani İsrail’in sosyal, kültürel, siyasi, askeri, ekonomik, etnografik ve toplumsal yapısını ve dokusunu bilen) Müslüman bilim adamlarının ortak görüşleri ve geliştirdikleri “entelektüel mücadele stratejisi” (akıllı bilimsel mücadele) çok önemlidir.
Allah Teâlâ, Filistin’i ve Mescid-i Aksa’yı (Müslüman topraklarını) İsrail kanserinden (belasından) kurtarsın (âmin).
Almanya’dan saygı, sevgi ve dua ile…
Doç. Dr. Murat Bağrıaçık

* * *
Sevgili Murat kardeşimizin ümmetin derdiyle dertlenmişlik duygu ve düşüncesini yansıtan mektubunu okuduk.
Benim buna ekleyeceğim bir iki husus şunlar olabilir:
Dünyanın en akıllı ve bilgili insanlarını bir araya getirseniz ve bunlar gece gündüz çalışarak kurtuluş reçeteleri hazırlasalar başarı için başka unsurlara ihtiyaç ortadan kalkmayacaktır.
Bunların başında İslâm dünyasında yönetilen ve yönetenlerin yeterli bir kısmının ortak iradesi vardır.
İkinci olarak bu iradeyi gerçekleştirecek güce ihtiyaç vardır.
Bilim, uluslararası siyaset, çeşitli reaksiyonlar, medya, ekonomik ambargo… kısmen faydalı olsa da son kertede iş, askeri güce gelip dayanır ve bu gücün belirleyeni de nükleer silah gücüdür.
İslâm ülkelerinin bir kısmı bile bu irade ile birleşse, birlikte hareket etmeye karar verseler hiçbir eksiğimiz kalmaz diyebilirim.