İstanbul'da yaşayan 47 yıllık ayakkabı ustası Çorumlu Mehmed Şükrü Usta, 47 yıllık meslek deneyimini Türkiye Gazetesi’ne anlattı.

İşte Türkiye Gazetesi’nde yer alan röportaj;
“Mehmed Şükrü Usta anlatıyor: Yaşım 57, on yaşından beri kunduracılık yapıyorum. Bu iş bizim dede mesleğimiz. Çorum İskilip’te başlamışlar, babam 15 yaşında yuvadan uçuyor, Ankara Hacıbayram’da devam ediyor sanata. Orası da kesmiyor işin menbaına geliyor. “Gedikpaşa’ya!”
O zamanlar Türkiye’de üç merkez var. Biri Beyoğlu ki kaliteye oynar, biri İzmir, kavaf işi, harcıalem mallar, Gedikpaşa ise orta direğe bakar.
Kesiciler keser, sayacılar diker, frezeci, foracı herkes işini yapar.

Fora?
Taban dikişi atan makineler, hani takır takır çalışır binayı sallar ya, işte onlar.
Ben Zeytinburnu’nda doğdum Bakırköy’de büyüdüm. Babamın yanında 36 kişi çalışırdı o zamanlar, de ki fabrika. Her hafta 1.500 çift ayakkabı çıkar, büyük rakam. Eh, hâlimiz vaktimiz yerinde, düşün beni koleje yolladılar. Haylazlık yaptım okumadım o başka, gözüm sanattaydı zira.
Eskiden bu kadar malzeme yoktu. Anadolu’da araba lastiğinden bile çarık yaparlar. Şimdi deri temini kolay. Niye? Çünkü yarıyorlar, al sana iki parça.
Konfeksiyonda koyun, eldivende kuzu derisi aranır. Deve derisi döşemeliktir, kemer için illa ki manda. Kösele de dana gönüdür aslında. Bir ara tecrübe için suya atmıştım, 15 gün sonra çıkardım kestim baktım gram su almamış dokusuna.

DİSİPLİN ŞART
Bizde herkes haddini bilir, çırak bacak bacak üstüne atamaz, sigara yakamaz. Sabah erkenden gelir, ortalığı siler süpürür toplar, çayı demler, örsü yerine koyar. Makaptaları, falçataları, tığı, bizi, zımbaları, raspaları hazırlar. Danalye, limaki artık ne gerekiyorsa...
Kalfa senle lak lak etmez, tak tak işine bakar. Dikkatle izleyecek, sırası gelen aleti uzatacaksın anında. Yavaş hareket isyana girer, yersin şaplağı suratına.
Kalfa işçisiyle birlikte haftada on - on bir çift ayakkabı yapar, evini sayfiyesini alır, iyi yer içer, rahat yaşar. Günde iki çift bile değil oysa. Şu an makinede bin çift yapana asgari ücret veriyorlar. Çünkü tecrübeye ihtiyaç kalmadı, bant boş kalmasın yeter, cihaz yapıyor ne gerekiyorsa.
Eskiden çocuğum meslek öğrensin derlerdi "al eti senin, kemiği benim". Şimdi adam soruyor "ne vereceksiniz buna?" İyi de senin oğlun becerebilecek mi bakalım? İsteği, istidadı var mı acaba?
Bizim kalfalarımız kültürlü insanlardı dinler tarihi okur, şiirden edebiyattan anlarlardı. Elleri her işe yatar, düşün balığa çıkanlar teknesini kendi yapar.

İNCE İŞ
Eskiden ahşap ökçe kullanılırdı ki oturtmak mühendislikti âdeta. Sağa sola yatmayacak, öne arkaya kaçmayacak, çapraz olmayacak, yere tabanla bir basacak, kavisi vezinli duracak, ölçme biçme yok, el terazi göz mizan.
Daha eski ustalar ayakkabı montesinde çivi kullanırlardı, eğer sağına 112 tane çakmışsa, soluna da bak aynı çıkar. Yerleri bile bir, fotokopi gibi âdeta. Bir avuç çiviyi ağzına atar diliyle düzeltip düzeltip dizer dudağına. Uçları hep aynı yöne bakar.

AMELİYATLIK HASTA
Tamir apayrı bir iş. Çöpe gidecek ayakkabıyı kurtarmak haz verir insana.
Her ayakkabı tamir edilir ama malzeme deri ise emeğine de değer ayrıca.
Eskiden kösele tabanlar aşınırdı gizli pençe yapardık onlara. Bak bunlar rok, altı deridir ters monte ile üstten tutturulur, saraç dikişi atılır.
Ustam sizce “iyi” bir ayakkabı…
Kimine göre hafifse iyidir, kimine göre okkalı ve sağlam olan. Ama rahatlık ortak payda.
 Peki pabucun bakımı var mı?
Kışın botlar ıslanır malum, götürür soba yanına bırakırsan kurur çatlar. Tamam suyu uçsun ama gölgede ve yavaş yavaş. Bu yüzden en az üç ayakkabınız olmalı, dün şunu giymiştim, bugün bunu, yarın onu. Yormadan, bozmadan, sırayla. Hem rutubet de olmaz, bakteri üremez, koku yapmaz. Eğer bu arada boyarsan ne âlâ.
Artık insanlar eskisi gibi yürümüyor, pabuçlar ezilmiyor.

PARLATALIM ABİLER
Boya ustaları genelde Kuştepe Romanlarından çıkar. Çok sanatkârdırlar. Ayakkabıya şöyle bir bakar, alır oradan bir cila kapağı, azcık ondan, birazcık bundan, birebir renk yapar. Zaten AVM lostralarında onlar çalışırlar.
Bir ara Kemerburgaz Göktürk’e takıldım. Adamların ayakkabı dolabı değil, odaları var, rutubeti sühuneti tam ayar. Sıkça boyatır zinde tutarlar. Ayıptır söylemesi şoförler getirir, torbalarla. On yıl evvelin parasıyla 800-900 lira hesap verdikleri olurdu boyaya.
Aaa Nuri Leflef çocukluğumun cilâsı.
İnan rakibi yok, dünyada bir numara. Taklitleri çıktı ama kutuyu benzettiler, malı tutturamadılar.

BADEM YAĞI
Eskiden kramponlar yağlanırdı ki futbolcunun ayakları ıslanmaya. Sonra öğrendiler ki o yağ domuzlardan. Kuyruk yağına, badem yağına döndüler bu defa. Şimdi deri besleyiciler çıktı, içinde badem yok ama aroması var. Derken su çekmeyen sentetik boyalar yayıldı. Bu sefer muşamba gibi bir şey oldu, hava aldırmadı ayaklara. Eskiden deri çiriş ile yapıştırılırdı. Çiriş su emen bir nebattır, ayağı kuru tutar. Sentetik yapıştırıcılar ise bırak su tutmayı terletir ayrıca.
 Ayakkabı sıkıyorsa?
Hepsinin çaresi var alırsın kalıba. Yavaş yavaş gereceksin ama, birden açarsan ya deri yırtılır, ya dikiş patlar.
Eskiden çekiçle döve döve bütün çıkıntıları düzeltir dikişleri aynı seviyeye getirirdik (pistarizma). Arka parçanın derinliği yedi santimetreyi geçti mi topuğun üstünü yara yapar, az olursa pabuç ayağından çıkar.
İllaki pas emer, fazla da yaşamazlar. Çiviyi geç, yapışkanlar zehirdir zaten, rahmetli dayım benzolden gitti mesela. 

NEREDE O ESKİ...
Evvelce mağazacı mağazacıydı, toptancı toptancı. Derken herkes diğerinin alanına atladı, hatlar karıştı. Bazıları da büyüyünce dağıldı.
Bu işte tezgâhtarlık mühimdir, erbabı adres sorana bile mal satar. Öyleleri bilinir, rakipleri araba ney verir, ayartırlar.
İnci Fatih’in sahibi rahmetli Nuri Bey çok iyi bir esnaftı. Komşusu Selahaddin Bey de (Atal) ona keza. Yıllarca yan yana çalıştılar, çıt çıkmadı aralarında. Yaz kış fon değiştirir, ha bire vitrin yapar, zevkle sunarlar.
Atal bizden her hafta 600-700 çift patik alırdı. Bu adetleri satacak bir mağaza yok artık İstanbul’da.

Patik derken?
Şöyle anlatayım. Ayakkabılar 19 numaradan başlar, 23’e kadar korseli derler, 23-28 arasına ise patik. 28-35 arası kız çocuklarında filet geçer, erkeklerde garson. 39’a kadar kötane derler. Sonrası ya zennedir (kadınlar için) ya merdane (adamlara).
Eskiden mağazaya giren boş çıkmazdı insanlar ihtiyaçtan alırdı zira. Şimdi keyfî, ya görüp vurulacak ya da çok ucuza bulacak.
Kadıköy’de bir bebe mağazasına mal götürürdüm. İşten anlayan insan, birini çıkarır koyar masasına, dakikalarca seyreder hayran hayran. Emeği ustalığı görüyor, zevk alıyor. Elinize sağlık der övgüler yağdırır, hem paramızı verir hem gönlümüzü yapar.
Şimdi marka oldular.

AYRI DÜNYALAR
İmalatçı tamirden anlar mı?
Çok farklı şeyler, apayrı bi dünya. 2011’de tamir işine girdim, mağazalara çalışıyorum o sıra. Hotiç, Aldo, Alaca, Kemal Tanca… Talep var ama usta bulamadık. Tamirci hem makineden, frezeden, hem boyadan anlayacak. Titiz çalışması lazım, belli olmayacak. Biz söktüğümüz parçayı yine aynı ize dikeriz, iğne eski deliklere girer çıkar. Bu kadar hassas çalışacak adamın varsa iş çok piyasada.
Bize küçük bir dükkân yeter de artar. Mağazalardan her gün 150-200 çift ayakkabı gelir, sabah başlarsın sekizde, gece yarısı olur, bakarsın, yığın duruyor hâlâ.
Genellikle reyon tamirleri, yok taşı düşmüş, fermuarı patlamış, tokası sökülmüş filan. Bir firmada 40 bin çift ayakkabı vardı ısrar ettiler, nasıl yetişeyim bir başıma. Nazlandım kargoyla gönderip, kargoyla aldırmaya başladılar.
Bu sanat öldü diye ağlayanlara bakmayın, şu an tamir altın çağında. 

PABUCU DAMA
Bak şu ayakkabıya bildiğin asetat. Şeffaf gövde, cam topuk, Sindirella havası vermişler güya. Eskiden böyle bir şey mümkün müydü? Hatırlarım da astarı suni diye azarlananlar olmuştu camiada. Şimdi ayakkabılar kumaş, muşamba. Coratex dedikleri bildiğin dokuma. Toptancıya ne götürsek alırdı. Tık tık hesabını yapar hemen yarısını uzatırlar. Paran asla kalmaz. Dericiler karınca gibi müşteri kaynar, hamalın biri girer, biri çıkar. Tek hayvan derisine kanat derler, on tanesi paket olur, on paket bir tura. Düşün bin beş yüz tura aldığımızı hatırlarım, yani 150 bin parça. Senet sepet yok, sadece lafla. Fark, faiz bilmezdik, o orada sabit, biz burada. Güneydoğudan mağazacılar gelir, mebus senatör sanırsın, nasıl düzgün insanlar. Mardin’e, Urfa’ya gözü kapalı mal yollardık, oturaklı esnaflar. Hatta bazıları siparişi yazdırır, parasını da bırakırlar. Bilir ki, ayakkabısı gelecek en kısa zamanda.Düşün, Diyarbakır’a tayyare ile mal yetiştirirdik, THY’nin Şişhane’de ofisi vardı hatırlar mısın? Kargo da ucuz değildi, hayli yekûn tutar. Hasılı ne o esnaf kaldı ne de öyle müşteri. Gel de dalma hatıralara.         (Türkiye Gazetesi)