HABER-YORUM EROL TAŞKAN

Bir garip gördüm köşe başında. Hava soğuk, eller titriyor. Boş ve endişeli gözlerle seyrettiği etrafta ben de varım. O'nun görüş alanı içerisindeyim. Bakıyorum göz ucuyla. O'nu gören sadece ben değilim, pek çok insan benim gibi yapıp göz ucuyla süzüyor. Yüzler biraz ekşimsi, gözler kaçamak. 

Ama kimsede hareket yok. İçim sızlıyor ama tam tarifi yok gönlümün derinlerinde. Ben dahil herkesin bakışları, gizli bir etiket yapıştırıyor elleri titreyen adamın alnına. "Ya numara yapıyorsa" yazıyor bu kuşku etiketinin üzerinde. Sanki alenen herkes okuyor bu etiketi ve böylesi birine oralı olmamak gerekir düşüncesinin benliğini saran rahatlığıyla yoluna devam ediyor. 

"Kesin numaracıdır" diyor içimden bir ses. Sonra daha büyük bir çığlık çınlıyor kulaklarımda; "Ya değilse, ya gerçekten mağdursa" diyerek, gönlüme gönlüme acılar sokmaya çalışıyor. 

Hangisini dinlemeli insan bilemiyor. İlkini dinlemek daha iyi sanki. En azından vicdanınız rahat. Nasıl olsa vicdan muhasebesi yaptınız. Yani hiç umursamaz değilsiniz. Sonra böylesi pek zahmetli de değil. Olur da diğer ses galebe çalsaydı vicdanınızda; işin yoksa konuş, ilgilen. Vakit harca. İşin kötüsü ya sadece üç kuruşluk bir simit parasıyla telafi edemeyeceğiniz bir dert çıkarsa altından. Ne bileyim her şey mümkün. Evinde odunu kömürü yoktur, belki hiç evi yoktur. Hastası vardır. Aç olan sadece kendisi değil, evde onu bekleyen çocukları da aç olabilir. 

Vesaire, vesaire. 
Bir kez sordunuzsa, ikinci kapı açılır ve kendinizi daha büyük bir girdabın içinde bulabilirsiniz. En iyisi bu kapıyı çok aralayıp kendinizi harap etmeye lüzum yok. 
Siz en iyisini varsayın ve yolunuza devam edin. Nasıl olsa O'na bir parça ekmek ya da üç kuruş verecek bir sürü iyi insan vardır bu memlekette deyip devam edin. 

Sonra sıcacık evinize gidip, üç-beş çeşit yemeğinizin bulunduğu sofrada yolda karşılaştığınız adamın acıklı hikayesini çocuklarınıza anlatıp, oradaki nefis muhasebenizin derinliğinden söz ederek, çoluk çocuğunuza hallerine şükretmesini öğütlersiniz. Derin bir iç geçirerek Allah yardım etsin duasıyla sofradan kalkıp kürdanla dişinizi karıştırabilirsiniz. 

Evet evet, yazdıkça bana da böylesi daha mantıklı geliyor. 
Hadi öbür türlü davrandığınızı varsayalım. Sonu yok ki, hangi birisiyle ilgilenebilirsiniz ki? Sordunuz? "Açım" dedi mesela. Ya da "üşüyorum" dedi. 

Yok yok, açım demesi daha mantıklı, çünkü bir simitle işi çözersiniz de, üşüyorum derse iş büyür. Bak, ikinci ihtimalde bile işin şekli değişiyor. Tamam kardeşim bir simit alalım da, akşamın bir vakti iki torba kömür alıp adamın evine bırakacak değilim ya. Zaten istesem de bu saatte kömürcü açık olur mu? 

"Ya evi yoksa, orası daha büyük bir dert. Adamı götürüp evimde yatıracak hâlim yok ya. Üstü başı da eski püskü, kim bilir ne zamandır da yıkanmıyordur. Yazık aslında biliyor musun? Üstünde ince bir gömlekle bu havada üşümez mi insan? Yani tamam üzülüyorum ama sırtımdaki ceketi de verecek değiliz herhalde. 

Geçenlerde bir haber izledim, kadının birisi buz gibi havada bir sokak köpeğinin üstüne şalını örtüp gitti. Helal olsun kadına, ne kadar duyarlı. Çok takdir ettim onu, ama benim şalım yokki, olsa veririm niye vermeyim. Benim sırtımdaki ceket. O'nun kim bilir kaç şalı vardı. Üç kuruşluk şey. Zaten benim doğru dürüst bir ceket yok, 3-5 ceket, onu çıkar onu giy, berikini çıkar onu giy. Eskileri de hanım verdi birilerine sanırım. Eskiler dursa ben de veririm."

İşte böyle duygular sarar insanın aklını. Yani bakıp ilgilenme gibi bir eğilime girersen, sonra sen üzülürsün. Zaten çok duygusal bir yapın var, asla dayanamazsın böyle şeylere. 

O kadar hassassındır ki, hasta ziyareti bile yapamazsın bu hassasiyetin ve vicdanın yüzünden. Doğrudur kardeşim doğrudur, hassas insanların hali zor bu memlekette. Sen de birileri gibi vurdumduymaz olsan, ne kadar da rahat edersin halbuki. 

Bak onca kallavi laf ediyorum. Demekki ben gerçekten duyarlı ve vicdan sahibiyim. Öyle olmasam, bu lafları eder miyim?
Mesela kendimi anlatayım müsadenizle. Çok duygusalımdır, bir dert sıkıntı gördüğümde ilgilenmeye çalışırım. Hiç bir şey yapamasam bile dert edinirim. Bu yönümle gurur duyuyorum ayıptır söylemesi. 

Cebimde bozuk para varsa, bir kısmını hiç tereddüt etmeden veririm. Cebimdeki parayı öyle ulu orta çıkarıp içinden seçmem karşımdakine paramla gösteriş yapıyor olmamak için. Elimi cebime atıp araya araya bulurum. Hangisi 1 TL, hangisi 500 kuruş hemen bilirim elim değer değmez. Yani böyle derken her zaman 500 kuruşu vermem canım, olur mu öyle şey. Kaç kez bir lirayı bulup çıkarmışımdır çok şükür. Hatta bir kaçında iki üç bozukluğu birden çıkarır veririm. Şu ölümlü dünyada ahirete para götürecek değiliz ya. Kiminin parası, kiminin duası demişler sonuçta.

Bak tam bunları söylerken aklıma geldi, bir seferinde çok soğuk bir günde adamın üzerinde gömlek var. Bırak montu kabanı, ceket bile yok sırtında. İnanın çok üzüldüm. Kimin var, kim verir diye düşündüm ama hah deyince de bulunmuyor ki. Ona ceket verecek birisini bulsaydım inanın hemen ondan alır, sırtına giydirirdim. 

Pardon? Benim sırtımdaki monttan mı bahsediyorsunuz! Yok daha neler, kardeşim sırtımızdaki montu verelim de biz ne giyelim. O kadar da değil yani! Bak kardeşim, öyle geriden konuşmak kolay, çok vicdanlıysan sen çıkarıp versene. Yazıyı okudun, oturduğun yerden bana ahkam kesip sırtımdaki montu vermemi söylüyorsun. Vay yavrum vay, ne iyi memleket yahu. 

Bak şimdi durduk yere benim de aklımı karıştırdın. Nereden çıkarıyorsun kardeşim böyle şeyleri. Tamam kimseye ceketimi vermedim, ayağımdaki ayakkabıyı çıkarıp, ondaki terliği alarak evime gitmedim ama!!
Bak valla ağlarım haaa!!!

Adamı bir yazı yazdığına pişman etmeyin kardeşim....
Ve hayat böyledir gerçekten. Benim gibi oturduğu yerden ahkam kesen, verdiği üç kuruşu çok büyük yardımlar yapıyorum babından kabul eden bizler, sırtımızdaki bir ceketi bile ver(e)memişizdir. İnsanlık ölmemiş hikayelerinin kahramanları var nasıl olsa. Onları anlat yeter. Misal sokak köpeğine şalını veren genç kız. 

1989 yılında, eski kültür sitesinin önünde Abbas'la karşılaşmıştım da, bana Amerika'ya gideceğini söylemişti. "Çorum'a sığmadın mı?" dediğimde, ömrümce bana ders olacak o güzel cevabı veren Abbas yaşıyor mu yaşamıyor mu bilmiyorum ama yaşıyorsa sağlık, vefat ettiyse rahmet diliyorum. "Acıyorlar ama bakmıyorlar" demişti. 

Bir divanenin ağzından dökülen bu koca laf, kitaplarla tarif edilemez bu durumumuzu tek cümleyle nasıl da özetlemişti. 
Ettiğim onca laf kalabalığının özeti şudur ki, en başta kendim olmak üzere acıyoruz ama bakmıyoruz gerçekten. Ceketini verecek birini aramak yerine, sırtımızdaki ceketimizi, ayağımızdaki ayakkabımızı Allah için çıkartıp verebildiğimiz gün çok güzel bir iş yaptığımız gün olacaktır. Bunu yapabilmek için önce o gönlü taşımalıyız, önce gönülden verebilmeliyiz ki, sonra sırtımızdakinden verebilelim.

Arefesinde olduğumuz şu Ramazan hürmetine, Allah gönlümüzü merhamet duygularıyla bezesin ve bizi de layıkıyla yardım edebilenlerden eylesin. Yapıyor gibi görünüp, kendini kandıranlardan değil, derde derman olabilecek kadar yardım yapabilenlerden olmayı nasip etsin. Niyetimizi halis, duaya layık kılsın inşallah. Ramazan'da gönlümüzde coşan hayır ırmaklarının, yıl boyu çağlayıp akmasını, nice garip gurabaya ulaşabilenlerden olmayı nasip etsin.