HABER/YORUM: EROL TAŞKAN
Her şeyi devletten bekliyoruz da biz ne yapıyoruz. Devlet düğünleri neden yasaklamıyor diye diye düğün düğün geziyoruz.

Gittiğimiz kafeteryanın kalabalık oluşundan hayıflanıp, millette hiç tedbir yok gibi sözlerle kafeteryaya hücum edenleri kınıyoruz ama bizim burada ne işimiz var demiyoruz.
En yakınınızın ölümünü hiç tahayyül ettiniz mi? Evinizdeki bir büyüğünüzü korona teşhisi ile sizden alıp hastaneye yatırdıklarında onun neler yaşayacağını hiç tahmin edebiliyor musunuz?

Ölse yasını nasıl tutacağınızı hiç aklınıza getirdiniz mi? İnsanın cenazesini dualarla kaldırıp, kendi elleriyle mezara yerleştirip, baş ucunda göz yaşı dökebilmenin bile acınıza ne kadar iyi gelebileceğini hiç düşündünüz mü?
Metrelerce geriden, anne ya da babanızın mezarına bir avuç toprak atamamanın ızdırabına bu kadar mı hasretsiniz?

Toplu intiharlara doğru adım adım yaklaştığımızı ne vakit farkedeceğiz? Bana olmaz deyip, tüm zorlukları başkasının yaşayacağını tahmin ettiğimiz bir dünya, size de gerçekçi geliyor mu?
Hiç kimse kendisine hastalığı, derdi, sıkıntıyı yakıştırmaz. Tüm bunların hepsi, daima başkaları için var düşüncesiyle hareket etmek sanki yakamıza yapışmış bir lanet gibi. Oysa hayat böyle değil, bir gün kafamız duvara çarptığında, hastalıkların bizi de bulacağı gerçeğiyle yüzleşiveriyoruz. Düştükten sonra yaranıza çalacak merhem de bulunabilir belki, fakat aslolan düşmemenin çarelerine sarılmaktır.

Başkasının yaşadığı acıları iki cümleyle özetlemek işin en kolayı. Mesela korona nedeniyle hastaneye yatıp tedavi gören ve taburcu olan birisinin durumunu anlatırken, “Falanca korona tedavisi görmüş dün taburcu olmuş.” Sözleriyle aktardığımız meseleye bir de o “Falanca”nın gözünden bakabilirsek, o iki cümlelik zaman diliminin ne kadar da bitmez tükenmez saniyelerle uzadığını, alamadığı her nefesin onu nasıl da boğulma hissiyle işkence hücrelerine hapis ettiğini anlayabiliriz. İdrarınızı yapabilmeniz için bile nasıl bir çırpınışta olduğunu, içinde bulunduğu odanın bir hastane odasından öte, onun zihninde nasıl bir mezar çukuruna dönüştüğünü anlayabilmeliyiz. Apar topar çıktığı evinden, sevdiklerini bir daha dünya gözüyle görmeden ölüp gideceği hissinin, sizin tüm gücünüzü erittiğini düşünün, bu duygu bile virüsten önce insanı bitirmeye yetmez mi?

Tüm bu yaşananlar daha normal servisteyken hissedilenin küçücük yansıması. Bir de durumunuzun daha da ağırlaştığını varsayıp, kendinizi yoğun bakımda düşünün. Bırakın hareket edebilmeyi, konuşmaya bile mecalinizin kalmayacağı bu can pazarına düçar olanlar kim bilir hangi duyguların ve acıların esiri oluyor. 

Hülasa demem o ki, Allah razısı için dikkat edelim. Tedbiri elden bırakmayalım. Kendimizin katili olmamak için, hele ki sevdiklerimizin celladı olmamak için, zor olana değil kolay olana talip olalım.
1 TL’lik maske, üç kuruşluk sabun ve iki metrelik mesafe kuralını uygulamak, diğer zorlukların yanında en kolayı olsa gerek. 

Olur da bu illeti yakalanmış isek, Allah’a sığınıp hekimlerimize güvenmekten ve duanın gücüne sarılmaktan başka çare yok. Evlerinde karantina sürecini tamamlayan tüm hastalarımıza Allah’tan şifa dilerken, karantina kurallarına uymak ve evden çıkmamak konusunda lütfen sabırlı olsunlar. 

Bir sözümüz de ailesinde ya da komşusunda hastası olan kişilere olsun; lütfen hastalarımızı suçlu gibi görmeyelim. Gidip geçmiş olsun dileğinde bulunmaya gerek yok elbette ancak onları en azından telefonla arayıp, manen destek verelim, elimizde virüs aşısı yoksa da en azından moral aşılamak konusunda cimri davranmayalım. 

Başta dediğimiz gibi; bu tedbirler devlet zoruyla olmaktan öte vicdan ve akıl yoluyla olmalı. Tabiki devlet kimsenin başına polis dikemez, vicdanımız polisimiz olsun. Bu hastalığın en korkunç yanı, ölüm oranından öte hızlı yayılımıdır. Dikkat etmeyip hasta sayımızı kontrol altında tutamazsak, buna ne hastanelerimiz yeter, ne de kahraman sağlıkçılarımızın çabası bu işin üstesinden gelebilir.

Haydi Çorum, bir kez daha silkelenip kendimize gelelim ve ilk dalgada gösterdiğimiz başarıyı bir kez daha yakalayalım. Aksi durumda, felaketi kendi ellerimizle kendi başımıza getirmiş oluruz. 

Editör: Haber Merkezi