FATİH BATTAR

Özgür-Der Çorum Şubesi’nce Suriye’nin İdlib şehrinde Suriye rejiminin ve Rusya’nın sivil halkı katletmesi protesto edildi.

Ellerinde ‘Katil Rusya, Esed ve İran’, ‘Katil Rusya Suriye’den Defol’, ‘İdlib’te Katliamı Durdurun’ yazılı pankartlarla Hürriyet Meydanı’nda toplanan Özgür-Der üyeleri yoğun bombamdırman altında olan ve her gün yüzlerce sivilin öldürüldüğü İdlib’te yaşananları protesto etti.

Hz. Muhammed Mustafa (as) “Bir haksızlık gördüğünüzde elinizle, buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle buna da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz ediniz” hadisini hatırlatarak basın açıklamasını okuyan Murat İslam; “Dünyanın farklı bölgelerinde sırf Rabbimiz Allah dedikleri için, özgürlük talep ettikleri için Müslümanlar katledilmeye, yurtlarından sürülmeye, yoksulluğa, türlü zulümlere maruz kalmaya devam ediyorlar. Bizler de zulme razı olmadığımızı, Suriye’den Doğu Türkistan’a, Filistin’den Libya’ya dek kardeşlerimizin yalnız olmadıklarını göstermek için bugün burada bir araya geldik.” dedi.

Son Suriye rejimi ve Rusya’ya ait savaş uçakları tarafından bombalanan İdlib’te feryat seslerinin yükseldiğini belirten Özgür-Der Çorum Şube Başkanı Murat İslam, İdlib’in şu anda dünyanın en çok vurulan, yakılan ve yıkılan alanına dönüştüğünü söyledi.

İran destekli Beşşar Esed rejimi ve Rusya’nın hedef gözetmeden sivil yerleşim alanlarını, pazar yerlerini, hastaneleri, kadınların ve çocukların sığındığı derme-çatma barınakları vurmaya devam ettiğini aktaran İslam; “Bölgeden gelen haberlere göre, bombardıman nedeniyle yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalan sivillerin sayısı, geçtiğimiz aydan bu yana 180 bini aştı, sivil ölü sayısı ise 1300’ü çoktan geride bıraktı. Eli kanlı Esed Rejiminin hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Önce İran sonra da Rusya, bu rejimi çökmekten kurtarabilmek için amansız bir çaba sergilediler. Bu ülkeler Suriye rejiminin kiralık katili oldular. ABD ve Rusya emperyalist ortaklar, IŞİD senaryolarını kullanarak Suriye halkını katletmeye devam etmekten başka bir şey yapmadılar. Rusya sahaya inerek vekâleten yürüttüğü savaşta asil olma rolüne soyunmuş ve bunu ABD’ye, AB’ye rağmen değil, onların bilgisi ve gözetimi dâhilinde yapmıştır.” şeklinde konuştu

Sivillerin korunması, can kaybının önlenmesi ve bölgedeki insanî trajedinin daha fazla yaygınlaşmasının engellenmesi amacıyla Türkiye ile Rusya arasında 17 Eylül 2018 mutabakat imzalandığını ifade eden İslam, Rusya’nın mutabakata uymadığını ve İdlib’in ikinci bir Halep olma yolunda olduğunu kaydetti.

İdlib’te kâğıt üzerinde verilen sözler ne olursa olsun, devletlerin kendi askerî ve politik hedefleri çerçevesinde ilerlediğini belirten İslam, açıklamasını şu şekilde sürdürdü;

“Suriye’de yaşanan sürece baktığımız da, ülkelerin “mutlak dost” veya “mutlak düşman” olmadığını da gösteriyor. Her ülkenin kendisine ait stratejik amaçları ve çıkarları mevcut, dolayısıyla, siyasetler de buna göre değişiklik gösteriyor. Akla-hayale gelmedik ittifaklar kurulurken, “dost” ve “düşman” kavramları da sürekli yeniden tanımlanıyor. Rusya da, İran da “kendisine bağımlı ve kontrol altında bir Türkiye” peşindeler. İran, tüm yabancı güçlerin Suriye’yi terk etmesi çağrısını tekrarlarken, anlaşılan Suriye’de kendilerini ev sahibi görmenin dayanılmaz pişkinliğini yaşıyor. Suriye’de siyasi çözümü savunduklarını ve bunun tek geçerli yöntem olduğunu söylerken ne harabeye çevirdikleri Suriye topraklarında katlettikleri yüzbinleri, ne de mezhebi bir kaygıyla Suriye’de telef olan askerlerini hatırlamıyor.

Türkiye ise bu süreç de doğal olarak en zor durumda olan. Bölgede mevcut hiçbir güç tarafından kabul edilmeyen “Güvenli Bölge” tezi ile birlikte İdlib’de yaklaşan felaket Türkiye’nin öncelikli gündemini teşkil ediyor. Türkiye bir yandan partnerleriyle ortak bir noktada buluşma çabası sergilerken, diğer yandan İdlib’de Rusya’nın koordinasyonunda gelişen saldırı dalgasını rejim güçlerinin çatışmasızlık mutabakatını ihlali olarak tanımlamaya çalışıyor. Ne var ki Rusya’nın Astana sürecinin başından itibaren altını çizdiği “anlaşma teröristleri kapsamıyor” tezi burada da bariyere dönüştü. “Teröristlerle mücadele” adı altında katliamlarına devam ediyor.

Rusya, aynı şekilde Çin’in Uygur Müslümanlarına yönelik asimilasyon politikalarına açıktan destek vermekte, PKK-PYD’nin de ilk olarak Moskova’da ofis açmalarına müsaade etti. Rusya, PKK-PYD’yi Türkiye’ye karşı kullanışlı örgüt olarak kullanabilmek için Amerika gibi her türlü dirsek temasına da, desteklerine de devam ediyor.

Emperyalist demek sadece Avrupa, Amerika demek değildir, emperyalist demek aynı zamanda Rusya demektir, Çin demektir, İran demektir.

TÜRKİYE’NİN LİBYA HAMLESİ KÜRESEL GÜÇLERİ RAHATSIZ ETTİ

Bugünlerde Türkiye’nin yaptığı önemli bir hamle, küresel güçleri rahatsız etti ve ardı ardına açıklamalarla Türkiye’nin Libya’daki adımlarının önünü kesmeye çalışmaktalar. Daha dün Rusya Kremlin sözcüsü, Libya’nın Türkiye’den askeri destek talebine karşı “Üçüncü ülkelerin müdahaleleri Libya’daki krizin çözümüne katkı sunmaz” diyerek rahatsızlığını açıkça dile getirdi. Oysa buradan sormak gerekir; İslam coğrafyasının bir parçası olan Libya’da Türkiye’yi üçüncü ülke olarak gören Rusya acaba kaçıncı olarak kendisini görmekte?

Yüzyıllardır Akdeniz’e açılma hayallerini ABD ve İran sayesinde Suriye üzerinden gerçekleştirme fırsatını bulan Rusya, emperyalist yüzüyle asla dost ya da gerçek anlamda asla müttefik olarak görülmemesi gerektiğini bir kez daha göstermiştir. Burada gündeme getirmeye çalıştığımız husus sadece Suriye meselesi değildir, bir bütün olarak İslam dünyasının yeniden ayağa kalkmasının, kendi arasında dayanışma sergilemesinden dolayı emperyalistlerin duyduğu korkudur, Arap baharı onların uykularını kaçırmıştır.

Rusya hem Türkiye’nin Avrupa ve Amerika’yla yaşadığı çelişkiden yararlanıyor hem de Suriye’den milyonluk göç dalgasını tetiklemek üzere İdlib’e vahşice saldırıyor. Türkiye’ye yönelik emperyalist kuşatma Amerika’dan Avrupa’dan önce Rusya’dan geliyor.  Rusya güzellemeleri yapan kimi çevreler gibi, Çin’in Doğu Türkistan’da Nazi rejimi benzeri toplama kamplarında milyonlarca Müslüman Uygur Türklerini ne türden barbarca muamelelere tabi tuttuğu ortadayken Çin’in Türkiye’deki temsilcileri başköşelerde misafir ediliyor. Çin’i eleştirmeyi, “CIA tuzağı” olarak görecek kadar da basiretsiz olmamak lazım.

ZALİMLER, KATİLLER, İKİYÜZLÜLER ENİNDE SONUNDA YENİLECEKTİR!

İktidarın Suriye’de en büyük tehdit olarak PKK/PYD’yi gören açıklamalarından ilham alan Kemalist, Ulusalcı ve Sol çevreler asıl tehdidin rejim değil de, PKK olduğunu dolayısıyla bu tehdidi bertaraf etmek için rejimle diyaloga geçilmesi gerektiğini savunuyorlar.

Oysa Suriye’de bunca zulmün faili, icracısı Esed rejimini tehdit ve suç skalasında birincilik koltuğundan aşağıya indirmek Suriye’de yaşanan bunca acıya, zulme, ihanete sırt dönmek anlamına gelir. Böyle bir tutum ne İslami ilkeler, ne de insani değerler açısından asla kabul edilemez.

Türkiye’nin gizli-açık böylesine kuşatılması ve “dizginlenmesi gereken bir ülke” olarak görülmesinin altında İslâm dünyasında sahip olduğu potansiyelden duyulan korku var. Bu kesinlikle sloganik bir ifade değil. Tam bu noktada, hepimize düşen sorumluluklar var. Bunca hüsn-ü zanna ve bizden beklenenlere lâyık olmak için bu kardeşlerimize sahip çıkmaz zorundayız… Biz biliyoruz ki; zalimler, katiller, ikiyüzlüler eninde sonunda yenilecektir! Elbette bir gün Esed despotu da tarihin lanetli çöplüğündeki yerini alacaktır. Esed ve avenesi İran, Hizbullah, Rusya ve bilumum işbirlikçileri bugün olmasa bile yarın mutlaka ama mutlaka ateşi boylayacaktır ve güzel akıbet elbette her koşulda hakkı ve adaleti ayakta tutmaya azmeden şehitlerin; Rabbe, insanlığa ve eşyaya karşı sorumluluk bilincini kuşanan muttakilerin olacaktır! Ey aziz Suriye halkı, alçakça ve şerefsizce bombardımanlara ve dünyanın ikiyüzlü tutumuna rağmen şahadet kefenini kuşanarak mevzii terk etmeyen onurlu halk ve siz ey kararlılıkları, fedakârlıkları ve adanmışlıklarıyla göz dolduran Allah yolunun adanmış erleri; müsterih olun, sabredin; Allah’a and olsun ki cennet sizi bekliyor, düşmanlarınızı cehennem!”

Basın açıklaması yapılan dua ile sona erdi.