FETÖ darbe girişimi sırasında 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde şehit edilen hemşehrimiz Erol Olçok'un eşi Nihal Olçok, Silivri’de görülen davaları düzenli olarak takip etti. O salonlarda gördüğü şeyin ‘bir yığın ölü’ olduğunu anlatan Olçok, “Fiziksel ihtiyaçlarınızı gideriyor olmak sizin yaşadığınız anlamına gelmez. Silivri İnfaz çok büyük bir yer, orada yüzlerce çocuk var ama hepsi ölüler, Abdullah daha diri” dedi.

Fetullahçı Terör Örgütü’nün hain kalkışmasının üzerinden tam iki yıl geçti. Darbe girişiminde oğlu Abdullah Tayyip Olçok ile eşi Erol Olçok’u yitiren Nihal Olçok, aradan geçen iki yılda yaşamında nelerin değiştiğini Yeni Şafak’a anlattı. Silivri’deki darbe davalarını da sürekli takip eden Olçok, mahkeme salonlarında yüzlerce ölü çocuk gördüğünü söyledi. Olçok, ““Ben orada yüzlerce ölü insan gördüm, ruhlarını, bedenlerini, fikirlerini satmış, geleceklerini yakmış. Beyninizi kullanamıyorsanız, bir amacınız yoksa, ölmüşsünüzdür” diye konuştu.

KURDUĞUNUZ SOFRALARI KURMUYORUZ

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden iki yıl geçti. Çok acılar yaşandı. Sizin hayatınızda neler değişti?

İki sene önceki Nihal'in anneliği tamdı, eşliği tamdı ve ama insanlığı eksikti. Şimdi anneliğim eksik, eşliğim eksik ama insanlığım tamamlandı. Artık çocuklarımla beraber bir arada yemek yemiyoruz. Sizin akşam mutfakta kurduğunuz masayı kurmuyorum. Yemek pişse de herkes tabağını alıyor. Biri geldiğinde yiyor, diğeri daha sonra geldiğinde yiyor yemeğini. Bir arada yaşamıyoruz. Bütündük, dağıldık, şimdi herkes kendi içinde bir bütün oluşturuyor.

ONLARA REFAKAT EDİYORUM

Bu süreç nasıl düzelir?

Herşeyin bir süreci var. Şuan bize iyi gelen demek ki böylesi. 17 yaşındaki Şamil ve 16 yaşındaki Emir’in hayatlarına iki sene önce nasıl refakat ediyorsam, yine aynı şekilde refakat ediyorum. Onlara ne iyi geliyorsa onu yapmaya çalışıyorum. Bunu yapmak için de onların talep etmelerini bekliyorum. Eskiden böyle bir beklentim yoktu. Şimdi yaşadığımız şeylerden sonra bunu öğrendim. Çocuklarımın konuşmaları lazım, onlar konuşmuyor. En azından talepte bulunmaları onların konuşmasına vesile olur. Aslında beklediğimden daha büyük bir performans sergiliyorlar. Onlar iki baba, bir abi kaybetmiş oldu. Abdullah onların babasıydı aynı zamanda. Erol Bey’in durumu ortada. Yaşam biçimi ve vazifelerinden dolayı çok yoğun mesai harcayan bir adamdı. Bu yoğunluğun içerisinde en az biz vardık. Ama sonunda en vefalı biz çıktık. Giderken onu yalnız bırakmayan evladı oldu. Ben Erol Bey’e çocuklarına yatırım yapmasını söylerdim hep. Seni asıl temsil edecek olan onlar, herkes unutur ama onlar unutmayacak derdim. Çok fazla insana evlat diyorsun, çocuklarına haksızlık ediyorsun, çünkü çocukların çok kıymetli. Çok özel çocuklar. Gerçekten özel çocuklar, giden de çok özeldi, kalanlar da çok özel.

BİRLİKTE KABRİSTANA GİTMEDİK

O güne dair hiç konuşabildiniz mi?

Biz üçümüz Abdullah ve Erol beyin yokluğundan hala bahsetmedik. Önceki gün sabah uçaktan indiğimizde, Şamil’in tırnaklarına baktım, oğlum tırnakların uzamış dedim. Anne ‘benim tırnaklarım sert’ dedi. Oğlum sizin hepinizin tırnakları serttir, abini gözünün önüne getir baş parmağını böyle toplu gibi dururdu, bunun sebebi sertliğinden dolayı. Abdullah’ın bu nedenle ayakkabılarını sık sık değiştirmek durumunda kalıyorduk. Bu konuşmada bile sanki Abdullah bir yerde yaşıyor ve baş parmağından bahsediyormuşuz gibi oldu. Biz üçümüz kabristana hiç birlikte gitmedik, sadece o gün, başka yok.

BİRER BUÇUK PORSİYON SEVGİ

Eşini ve oğlunu kabristanda ziyaret etmek nasıl bir his?

Güven duygusu. Biliyorsun ki güvendeler artık. Hayatta olanla ilgili nerede, ne yapıyor diye endişelenirsin. Ben şu an Şamil ve Emir’le ilgili daha fazla endişeleniyor. Erol Bey’in yolunu gözlerdim. Kabristan’a gittiğimde, ‘Beklemek zor birşey dimi Olçok’ diyorum. 40 yaşındayım, kendimden ziyade, çocukların babasızlığından dolayı daha fazla acı çekiyorum. Onlar da babalarıyla büyümeye layık evlatlardı. Bazen kendinizi kenara çekersiniz. Sizden önemli şeyler her zaman var. Hele benim gibi evladını göndermiş biri, geri kalanları birer buçuk porsiyon seviyor. O gidenin bir sevgisi var ve onu ayırıyorsunuz. Onların üzerine şimdi Şamil ve Emir benim için birer buçuk porsiyon sevgi.

ÖLÜ YIĞINLARIN OLDUĞU SALONLAR...

Davaları hep takip ettiniz, ne hissettiniz?

Abdullah’ın ölmediğini, onların öldüğünü. Onlar hayattalar ama asıl yaşayan Abdullah. Fiziksel ihtiyaçlarınızı gideriyor olmak sizin yaşadığınız anlamına gelmez. Silivri İnfaz çok büyük bir yer, orada yüzlerce çocuk var ama hepsi ölüler, Abdullah daha diri. İşte orada ayet tecelli ediyor: “Onlara ölü demeyiniz”.. Ben orada yüzlerce ölü insan gördüm, ruhlarını, bedenlerini, fikirlerini satmış, geleceklerini yakmış. Beyninizi kullanamıyorsanız, bir amacınız yoksa, ölmüşsünüzdür. Dava süreci boyunca ısrarla yaptıkları katliamı reddettiler, biz yapmadık dediler. Savunma yapan bir rütbeli vardı, ‘sivil halk hazırlanmış ve silahlıydı, biz tuzağa düşürüldük’ gibi sözler söyledi. Ben o an sorgusuz sualsiz, öldürücü bir cisim olsaydı muhakkak o eylemde bulunurdum. Bunu toplum beni linç etse de bilerek söylüyorum. Yanına yaklaşabiliyor olsaydım, sadece iki parmağım yeterdi. İşte o sözler, ‘yok artık’ dediğim noktadır benim.

ANNELERİ BANA ULAŞIYOR

Salondakilerin tamamını suçlu görüyor musunuz?

Yok hayır, suçsuz olanı muhakkak vardır. Başından beri ‘hak yerini bulsun’ diye dua ettim. Çok adaletli kararlar çıksın istiyorum, asla hepsi suçlu değil ben bunu anneler adına söylüyorum. Orada da evladı için çırpınan dua eden anneler vardı. Özellikle sosyal medyadan ‘benim çocuğum suçsuz’ diyen anneler ulaşıyor. Ben de onlara, ‘sizi anlamaya çalışıyorum ama kendinizi benim yerime koyun...

ABDULLAH VE AİHM İÇİN HUKUK OKUYOR

15 Temmuz’dan sonra hayatınızda neler değişti, şimdi ne yapıyorsunuz?

Kendimi geliştiriyorum, daha fazla okuyorum, daha fazla insanla iletişim kuruyorum. İki üniversiteyi birden götürmeye çalışıyorum. Psikoloji okuyordum şimdi o bölümü sosyal hizmetler olarak değiştirdim. 1 yıldır da Üsküp’teki Uluslararası Vizyon Üniversitesi’nde hukuk okuyorum. Darbe davaları en sonunda AİHM’e gidecek. FETÖ’nün niyeti en başından beri buydu, davalar sürecinde bizi tahrik ederek, olay çıksın ve yargılama yapılmasın istediler. Davalar AİHM’e gidince cübbemle orada olmak için hukuk okumaya başladım. Bir de Abdullah hukuk okumak istiyordu, bunun da çok büyük etkisi var. Sizin evladınıza en azından söz söyleme ve soru sorma hakkı verildi. Ama benim evladımın sesini o gece duymadılar” diye yanıt veriyorum. O gece ezanı duymadılar, bayrağı görmediler, onbinlerce insanın ‘yapma, sıkma’ seslerini duymadılar. Bizi ‘terör sandık’ diyerek kandırmaya çalıştılar. Bütün terör diye tanımlanan olaylara baktım. Lanet PKK’nın yaptığı olayların hiçbirisinde Türk bayrağı taşınmıyor, aksine yakıyorlar. Elinde Türk bayrağı olan birini nasıl terörist diye tanımlayabiliyorlar anlamak mümkün değil. 40 yıllık hazırlık, strateji, planlama herşey ellerindeydi. 16 yaşındaki bir çocuğa madara oldular. Abdullah’ı ezip geçemediler işte bitti. Demek ki bizim zahirde planladığımız hiçbir şeyin bir anlamı yok. Son sözü daima Allah söyler. Bilgisayarın başından kalkıp odaya gelmeyen Abdullah, sokağa çıkacak, vatanı kurtaracak öyle mi... Bu olaylar bizim kurgumuzla olacak şeyler değil. Rabbim bir liste yaptı, şükürler olsun ki, o listede oğlum ve çocuklarımın babası vardı.

“ONLARA ACIYORUM”

O gruba karşı ne hissediyorsunuz?

Acıyorum, neyi neyle takas ettiklerinin farkında bile değiller. Madde madde ruhlarını sattılar. Onlara vaat edilen şey ilahi Bir şey değil, tamamen seküler İslam. Bunların yaptığı dünyada gücün, otoritenin başında olmak. Bazen onlara teşekkür edesim geliyor. İlk iki ay acım görünür haldeydi. Kabe’de bunu yaşadım, oturup düşündüm. Ben Abdullah’ı cennete gönderebilir miydim diye. Gönderemezdim. Binlerce insan Abdullah ve diğer şehitlerimiz cennete gitsin diye hem dünyalarını hem ahiretlerini yaktılar. Allah'ım diyorum nasıl büyük bir özveri...İnanabiliyor musun acıyorum. Bitti bitirdiler, dünyayı, ahireti bitirdiler, yok oldular. Cehennemde yaşıyor olmak yaşamak mıdır, bitsin diye yalvaracakları bir süreç ama sonsuza kadar sürecek. Suçsuz insan kanı ellerine bulaştı, doğru düzgün buluğa ermemiş çocuklar vardı aralarında 15 yaşındaydı en küçük şehidimiz.

“PERİŞAN OLDUM”

Abdullah’ı rüyalarınızda görüyor musunuz?

Rüyalarımda görüyorum evet ama her rüyada konuşmuyoruz. Son rüyamızda konuştuk. 24 Haziran Abdullah’ın doğum günüydü. Elinde birşey vardı, doğum günü için ben de birşeyler hazırlıyordum. Elini havaya kaldırdı, “Sana herşey için teşekkür ediyorum, yaptığın da yapmadığın da” dedi. Perişan oldum. Hatta ilk kez bir rüyamı sosyal medyada,’Abdullah herkese teşekkür etti’ diye yazdım. O gece seçim sonuçları açıklandı. Türkiye bu anlamda Abdullah’a bir hediye verdi.

VALLAHİ TALEP ETMEDİM...

15 Temmuz size ne kattı?

Milyonlarca insan kattı. Siz buradasınız, ben konuşuyorum. 15 Temmuz yeni bir Nihal'in doğmasına vesile oldu, imkanım olsa doğum tarihimi değiştirir 16 yaparım. Ben o sabah doğdum, eski Nihal öldü. Yeni Nihal daha sağlam, daha kaliteli ben bu Nihal’i daha çok seviyor, daha çok takdir ediyorum. Yaşayacaklarımı talep ettim mi, vallahi talep etmedim. Sadece Allah'ın merhametini an be an yaşadım. Çünkü bütün bunları bana yaşatmadan önce beni aldı, önce dağıttı, sonra topladı, sonra yük verdi ve beni yüke alıştırdı. Ben bu süreçte Allah'ın eğitici tarafını da görmüş oldum. Allah kesinlikle sizi hazırlamadan hiçbir şey yapmıyor. Ve binlerce şükür ki asıl sınavıma hazırlık evresi koydu. Biz 251 aile, öyle bir kenetlendik ki, bu duygu çok kıymetli. Onlar benim hakiki ailem oldu. Geçmişten gelen kadim dostluklarım beni taşımaktan usanmadılar.

ORADA BAŞKA BİR HAKİKAT VAR

Eski Başbakan Binali Yıldırım’ın bir toplantı sırasında sarfettiği sözlerden sonra sosyal medyada bazı ithamlara maruz kaldınız, tam olarak neler oldu?

Ben o olayın içinden Binali Bey’i çekip aldığınız zaman farklı bir hakikati gördüm. Toplumsal olarak durduğumuz nokta... Be sadece Binali Bey’e bir anne olarak duygularımı belirttim. Küfür yok, hakaret yok, hiçbir şey yok. Çünkü o gülme hakkına sahipse, ben de söz söyleme hakkına sahibim. Yani o yanlış anlaşılıyorsa, ben de haddimi aştıysam yanlış anlaşıldım demek ki. Onun yanlış anlaşılma hakkı olduğu kadar benim de var. Orada benim asıl üzüldüğüm şey insanların sevme biçimlerinin eleştiri kabul etmemesi. Binali Bey ne olumlu ne olumsuz anlamda beni aramadı. Onun yerine toplumun gösterdiği reaksiyon beni mahvetti. Görüntülerin montaj olduğunu iddia ettiler, tamamını izlemelerini önerdim. Daha sonra da kimseye cevap vermedim. Bir gazeteci arkadaşıma söylediğim gibi, “Türkiye’de yanlışı doğruya çevirmek için ölebilirsin ama yanlışa yanlış diyemezsin”