15 Temmuz hain darbe girişiminin yıl dönümü nedeniyle Çorum İnsani Değerler Platformu tarafından yapılan açıklamada; “15 Temmuz hain darbe girişimi anlaşılır anlaşılmaz Çorum İnsani Değerler Platformumuzu oluşturan sivil toplum kuruluşları bütün unsurlarıyla birlikte sokağa çıkarak gerek o kritik saatlerde gerekse sonrasında yaşanan Demokrasi Nöbetleri sürecinde dik ve vakur bir duruşla en ön saflarda yer almıştır. Bundan sonra da Çorum İnsani Değerler Platformu Okçular Tepesi’ni terk etmeyecek.” denildi.

15 Temmuz hain darbe girişiminin yıl dönümü nedeniyle yazılı bir basın açıklaması yapan İDP Sözcüsü Dr. Öğretim Üyesi Zekeriya Işık, 15 Temmuz’un son 15 yılda sivil aklın, sivil toplumun her bir bireyinin temel hak ve hukuku, tarihi, milli ve manevi sorumlulukları noktasında nedenli sağlam bir duruş, özgüven ve bilinç düzeyine ulaştığını açıkça gösterdiğini söyledi.

15 Temmuz’da Türk milletinin dünyaya özgürlük ve demokrasi dersi verdiğini dile getiren Işık;  “15 Temmuz hain darbe girişiminin gücünü, yerel ve uluslararası, hangi kirli odaklardan almış olursa olsun millet bu teşebbüsü istiklal ve istikbaline yönelen bir tehdit olarak görmüş ve bir “İstiklal savaşı” bilinciyle gencinden yaşlısına seferber olarak bütün dünyaya özgürlük ve demokrasi dersi vermiştir. Tanklara, uçaklara, zırhlı ve silahlı askeri konvoylara karşı abdestini alarak sokağa çıkan, canını hatta çocuklarıyla birlikte bütün bir varlığını ortaya koyan bu aziz millet, dosta düşmana karşı unutulmaz bir destan yazmıştır. 15 Temmuz hain darbe girişimi anlaşılır anlaşılmaz Çorum İnsani Değerler Platformumuzu oluşturan sivil toplum kuruluşları bütün unsurlarıyla birlikte sokağa çıkarak gerek o kritik saatlerde gerekse sonrasında yaşanan Demokrasi Nöbetleri sürecinde dik ve vakur bir duruşla en ön saflarda yer almıştır. Bundan sonra da Çorum İnsani Değerler Platformu Okçular Tepesi’ni terk etmeyecek,  Haktan ve halktan; devletin bekası, milletin ve dahi ümmetin birlik ve bütünlüğünden yana olmaya bedeli her ne olursa olsun devam edecektir.” dedi

FETÖ’nün Gezi olaylarıyla başlayan, 17-25 Aralık ile devam eden ve 15 Temmuz hain askeri darbe girişimiyle sonuçlanan süreçte devleti bütün kurum ve kurullarıyla ele geçirmeyi hedefleyen kanlı örgüt bir darbe girişimi sonrasında ilk kez Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan riyasetinde sokağa inen aziz milletin iman, cesaret ve feraseti karşısında kirli emellerine ulaşamadığını ifade eden Işık, açıklamasının devamında şu ifadelere yer verdi;

 “Yüzüncü yılına sadece beş yılın kaldığı genç Cumhuriyetimizin demokrasi tecrübesi sıklıkla cereyan eden dâhilî ve haricî müdahalelerle bugünlere gelmiştir. Türkiye’de demokrasi daha en başından beri iki temel problemle karşı karşıya kalmıştır.  Bunlardan birisi, anayasal metinlerde “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde yer almasına rağmen millet iradesi ile seçilenlere iktidarı bırakmak istemeyen vesayet gruplarının  “Millî İrade” ye müdahalesi;  diğeri ise bu vesayet gruplarının çevrenin merkeze yürümesini tehdit olarak algılayıp milleti ötelemesi,  dolayısıyla cumhur ile cumhuriyet arasına duvarlar örme gayretidir. Söz konusu olan bu vesayet, devletin bekası ile kendi varlığı arasında, hiçbir yasal zemine oturmaksızın kendiliğinden güçlü bir bağlantı kurmuş, dolayısıyla bütün güç ve iktidarın ancak kendinde toplanmasıyla ülkenin yönetilebileceğine inanmıştır. Devleti ve iktidarı sadece kendisine layık gören ve kendisi için isteyen; milleti, onun değerlerini ve sivil inisiyatifi bir tehdit olarak algılayıp ötekileştiren, halka sürü muamelesi yapan ve başkalarına da böyle davranmasını salık veren malum zihniyet, ülkemizin onlarca yılını heba etmiştir. Daha 1950’lerde Demokrat Parti iktidarının Türkiye’yi uluslararası rekabet ortamına açan yatırım ve ekonomik büyüme odaklı politikalarını bu söz konusu çevreler hiç ciddiye almamış; 1950’li yılların başında ordu içerisinde darbeci cuntalar belirmeye başlamıştır. Seçilmişlerin ülkeyi idare edemeyeceğine, belli kesimler dışında kimsenin devleti yönetemeyeceğine adeta iman etmiş olan bu grupların adı ileride değişse de zihniyetleri, darbeye giden yolda kullandıkları yol ve yöntemler hemen hemen hiç değişmemiştir. “9 Subay Olayı” ile başlayan ordu içerisindeki cuntalar, Cemal Gürsel liderliğindeki oluşum, Talat Aydemir, Cemal Madanoğlu, Faruk Gürler, Muhsin Batur, Kenan Evren ve Çevik Bir gibi isimlerle devam etmiş, “27 Nisan E Muhtırası”nın mucitleri ve nihayet 15 Temmuz hain darbe girişiminde yer alan aklı ve vicdanı tutsak edilmiş köle ordusunun kalkışmasına kadar süre gelmiştir. Darbeye zemin hazırlamak için uygulanan yol ve yöntemler ise kargaşa ve kaos üreten bir toplumsal mühendisliğe ve onu topluma yaymak suretiyle milletin sindirilmesine aracılık eden başta medya organları olmak üzere ikincil vesayet gruplarının işe koşulmasına işaret etmektedir. Nitekim 1960 askerî darbesine giden yolda öğrenciler sokağa dökülerek üniversiteler karıştırılmak istenmiştir. Karşıt görüşlü öğrencilerin birbirleriyle çatıştırıldığı bu kargaşa ve terör ortamında gerekli güvenlik önlemelerinin alınmadığı yönündeki döneme ait kayıtlar bu durumu açıkça göstermektedir. 1980 Askeri müdahalesi öncesi işçi hareketleri, Alevi-Sünni çatışması gibi argümanların sahaya sürülmesi ve bütün bu çatışma ikliminin 12 Eylül sabahı birden bire noktalanmasının arkasındaki sır perdesi hala tam olarak açığa çıkarılabilmiş değildir. 28 Şubat sürecinde beşli çete olarak tarihe geçen, sözde sivil, oligarşik vesayetçi grupların darbecilerle alçakça bir ittifakın içinde yer alabilmeleri; ülkenin geri kalmışlığı, milletin sosyo-ekonomik ve sosyo-psikolojik olarak mutsuzluğundan çok daha önemli görülen başörtüsü ve irtica ile mücadeleye odaklanmış olmaları vesayetin çöreklendiği iktidarın hangi saiklerle işgal altına alındığını açıkça göstermektedir. Bu bağlamda resmin bütününe bakıldığında birkaç ağacı bahane ederek ülkeyi terör ve kaos ortamına sokan Gezi Olayları, Doğu illerimizi adeta kan gölüne çeviren 6-7 Ekim Olayları ve 17-25 Aralık sivil darbe girişiminin de yukarıdaki hadiselerin bir devamı mahiyetinde olduğu açıkça görülmektedir.  Türkiye’de vesayetçi zihniyetin gölgesinde yazılan anayasalar, oluşturulan kurum ve kurullar millete rağmen milletin iktidarını gasp edecek mahfillere hep yeni fırsatlar suna- gelmiştir. 1970’lerin kaotik ortamında kırsal alandan şehrin çeperlerine doğru yaşanan yoğun göç dalgasıyla ortaya çıkan çarpık kent dokusu içerisinde giderek ağırlaşan yaşam koşulları altında hem bir arabesk kültürü hem de FETÖ gibi art niyetli gruplara geniş bir yaşama ve gelişme alanı açılmıştır. Zira dini bilgiden yoksun, kent problematiği karşısında bunalan, daralan ve manevi sığınaklar arayan söz konusu kitleler sorunlarının çözülmesi, dini ve manevi ihtiyaçlarının giderilmesi noktasında yalnız bırakılmıştır. Bu süreçte gerek ilgili devlet kurumları gerekse henüz ortaya çıkma ve gelişme aşamasında bulunan sivil toplum kuruluşları üzerlerine düşenleri yapmak noktasında yetersiz kalmıştır. Böylece toplum FETÖ’nün insafına terk edilerek din, maneviyat, hayır, hasenat gibi âli inanç, duygu ve düşünceleri istismara açık bir hal almıştır.

12 Eylül 1980 Askeri darbesini yapan askerleri hararetle savunan ve nerde kaldınız diye methiyeler düzen FETÖ elebaşı Gülen, ödülünü 1980’li yıllarda okul, dershane, yurt ve evler açarak almıştır. 28 Şubat’a giden kaotik süreç naif hükümetlerin müzakerelerle iktidarlarını vesayet gruplarına dağıtmalarına yol açmış, nihayet “Baş örtüsü Füruattır”, “Başaramadınız bırakın gidin” diyen FETÖ lideri 1990’lı yılları “Hizmet Hareketi” adı altında faaliyetlerini genişleterek ve başta emniyet, ordu, adalet ve eğitim teşkilatı olmak üzere devlet kademelerinde kadrolaşarak geçirmiştir.” (Haber Merkezi)