Çocukluk hatıralarım arasında müstesna bir yeri olan bayram tadındaki günlerdi...

Büyük-küçük her yaştan ahali köyde toplanır, kararlaştırılan günde hep birlikte bağ bozumu yapılırdı. 
Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkılır, zahmetli bir yolculuk sonrası suların çağıldadığı, adeta saklı bir cennet bahçesi olan bağların bulunduğu mevkiye ulaşılırdı.

Vakit kaybetmeden herkes kolları sıvar, her aile kendi karığında hasada başlar, bıçak yardımıyla tevek dalından toplanan salkımlar 'heğ' denilen sepetlere doldurulurdu.
Çocuklar için açık hava eğlencesine dönüşen bağlarda her köşeden neşe sesi yükselirdi.

Çıkında getirilen azıklar, közde demlenen çay eşliğinde paylaşılırdı. Karnımız ağrıyıncaya kadar doyasıya yediğimiz üzümler, iştahımızı kesse de yine de o yer sofralarında yerimizi alırdık.
Maniler, türküler eşliğinde toplanan üzümler, hayvan gücüyle köye taşınırdı. Oynamaktan yorgun düşmüş çocuklarsa birer-ikişer heybe gözlerine serpiştirilir, yola revan olunurdu. 

ÜZÜMÜN BEKMEZE DÖNÜŞÜMÜ
Mis gibi kokan o rengarenk üzümler, 'şinavut' diye isimlendirilen tahta tekneye boşaltılırdı. Annelerimiz çizmelerle o üzümleri çiğner, ahşap oluktaki gözden süzülen şıra leğenlere alınarak 'pekmez toprağı' eklenirdi. Kısa bir dinlendirme, yani mayalanma sonrası bakır leğenlere aktarılarak kaynatma aşamasına geçilirdi. Çamurla etrafı kapatılan ocaklardan buram buram yayılan hoş kuku ise insanı mest ederdi.

Çatalkara, gelin parmağı ve çavuş üzümü gibi yöresel üzümlerden yapılan pekmezin içerisine, erik ve ayva gibi meyvelerin de katılmasıyla eşsiz bir aroma ortaya çıkardı.
Sergilik olarak ayrılan dolgun salkımlar, ‘çatı bağı’ olarak isimlendirilen tavan arasındaki koruluklarda aylarca muhafaza edilir, afiyetle yenilirdi.

Tüm ailenin seferber olduğu, gündüzü hasat, gecesi kaynatma işiyle geçen bu uzun süreç, yorucu olduğu kadar keyif vericiydi de...
Emek ve mutluluğun sindiği o lezzetli pekmezi, yoğurtla karıştırıp yufka ekmeğiyle sunaklamaksa tüm yorgunluğa bedeldi. ‘Savsak beyni’ olarak da adlandırılan yoğurt-pekmez karışımının yanı sıra kış aylarının diğer bir gözdesi de karla pekmez karışımıydı.

Hele bir de yumurta akıyla çırpılarak hazırlanan ‘ağ (ak) bekmez’ vardı ki, bu lezzeti tarif etmeye kelimeler yetmezdi.
Ağ pekmez, kara pekmez ve ekşi pekmez olarak üç ayrı şekilde tüketilen bu bereketli ürün, kış hazırlığı listesinin başında gelirdi. 

Toprak katılmadan hazırlanan ekşi pekmez, çalkama yapılırdı. Asma yaprağından hazırlanan sarma, erişte ve bulgur aşı yanında bu ekşi pekmez şerbetine doyum olmazdı.
Toz şekerin bulunmadığı günlerde tatlandırıcı olarak da kullanılan pekmez, zengin besin değeriyle köy sofralarının vazgeçilmeziydi.
Nişasta ununun pekmezle kavrulmasıyla ortaya çıkan helvaya ise ‘dene hasıdası’ denirdi.

BAKARSAN BAĞ, BAKMAZSAN... 
"Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur" atasözünün hikmeti tezahür etti ve köyümüzde 90'lı yılların ortalarına kadar süren bu güzel gelenek 2000'i göremeden son buldu. Köyden kente göçle birlikte o canım bağlar harap oldu.
Şimdilerde yeniden köye merak salınsa da, kaybedilenleri tekrar yerine koymak ne yazık ki mümkün olmuyor.

Kentleşmenin zalimane etkilerine rağmen Çorum'da hala bağcılık yapan, üzüm kaynatıp pekmez yapanlar olduğunu bilmek ise teselli kaynağım. İnşallah, bu güzel kültürümüzü yeniden canlandırıp gelecek kuşaklara taşıma imkanı bulunur.