HABER-YORUM

EROL TAŞKAN

Çorum'da aynı gün içerisinde gepegenç iki delikanlının intihar etmesi yürekleri kanattı. Aralarında iki saatlik bir zaman dilimi var. Kıyamet haberi gibi düştü acı haber yüreklere.

Tanıyan tanımayan herkes derin bir üzüntüye gark oldu. Vicdan sahipleri, bu acı olayda kişisel olarak kendi sorumluluğunu arayıp, ne yapıp ne yapmadığını sorguladı.

Gökhan Temur, 2 yıllık evli ve 3 aylık bir kız babası. Eşi Eskişehir'de öğretmen. Elektrikçi olarak çalışıyordu.

Oktay Alıcı da evli ve 8 yaşında bir çocuk babası, eşi de çalışıyor, kendisi de inşaatçı olarak çalışıyordu.

Bir insanı ölüme sürükleyecek kadar nasıl bir derdi olabilir, hangi sebep ölüm kapılarını açıp, ölümü kurtuluş olarak sunar?

İki intihar olayı arasında bağ olup olmadığına ilişkin varsayımları açığa çıkarmak için bahsedelim ki, her iki intihar olayının birbiriyle direkt bir bağlantısı yok. İki si de hayattayken birbirini tanıyan insanlar değildi. Yakın arkadaş ve akraba çevrelerinin ifadesi tanışmadıkları yönünde.

Gökhan'ın en son eşini ziyaret için Eskişehir'e gittiği ve o saatten itibaren haber alınamayıp, en son canına kıydığı an acı olayın ortaya çıktığını anlatan yakın arkadaşları, maddi anlamda çok ileri bir borç ya da geçinememek gibi bir durum olmadığını, en azından böyle bir durumundan haberdar olmadıklarını belirtiyor.

Oktay'ın ise kredi ile otomobil alıp sonradan satmak zorunda olduğu, tekrar kredi aldığı gibi bilgiler paylaşan yakınları, Oktay'ın borç bunalımı içinde olabileceği ihtimalini dile getiriyor.

Sebep her ne olursa olsun, elbette ölüm hiç bir şeye çare değil. Fakat toplum olarak oturup bizim üzerinde kafa yormak ve sorumluluklarımızı birer birer gözümüzden geçirmek gibi bir yükümlülüğümüz olmalı.

Bu iki delikanlının içine hapsoldukları dertlerinden ve halinden haberdar olamadığımız için her birimiz sorumluyuz aslında.

Olaki çevremizde dert sahibi birini gördüysek ve duyduysak, işte o an her şeyden bizim de sorumlu olabileceğimizi unutmamalıyız. Görmek sorumluluk, duymak yükümlülük getirmeli vicdanlarımıza. Ben ne yapabilirim dememeli, elimiz gücümüz neye yetiyorsa, dertlere derman olabilmek için çare aramalı, karınca kararınca o yükü paylaşmanın çarelerini aramalıyız.

Hiç bir dert küçümsenemez, hiç bir dert görmezden gelinemez. Ben dert sahibi değilim deyip, hayatı sadece kendimiz için yaşayan bencil konumuna düşmemek gerek. Elbette ki her duyduğumuz derdi çözmek çare üretmek bizim boyumuzu da gücümüzü de aşabilir. Şuna inanıyorum ki, bir dertlinin derdiyle ilgilenen kişilerin varlığı, o derdi çekmenlerin gözünde hayata tutunma sebebi olabiliyor. Birbirimizden bunu esirgememeliyiz. Herkes, kendi ailesinden başlamak üzere akraba ve yakın çevresini sorumluluk duygusuyla tarayıp, "Ben ne yapabilirim, kime ne faydam dokunabilir?" diyenlerden olmalıyız. Bana ne hastalığının pençesinde yok olan insanlığımızı, içine düştüğü bataktan kurtarmanın en güzel yollarından birisi, çevremizde yaşanan sıkıntı ve dertlere karşı duyarlılığımız olmalı. Bu duyarlılık samimiyetle olmalı, asla içerisinde şu ya da bu kaygılar katılmamalı. Allah için olmalı, insana yakıştığı için olmalı. Cetvel gibi doğru bir çizgiyle ve samimiyetle olmalı.

Genç kardeşlerimizin geride bıraktıkları ailelerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Başları sağolsun, başımız sağolsun.

Editör: Haber Merkezi