İçinde bulunduğumuz salgın tehdidi, toplumsal ve bireysel olarak maddi ve manevi açıdan hepimizi olumsuz etkiledi. Tüm bu yaşananlara rağmen kendimize çekidüzen vermek yerine hâlâ illet derecesindeki alışkanlıklarımızı sürdürmekte ısrar edebiliyoruz.

“Allah, düşmanımın başına dahi vermesin” derecesindeki bu salgına maruz kalmış olanlara sevinenler, sınırları aşan virüs kendi kapılarını çalınca büyük bir sessizliğe gömüldüler. İşi-gücü fitne olan bazıları ise “virüs üzerinden iktidara nasıl çatarım”, “inançlı kesimi ve değerlerini nasıl aşağılarım” derdinde…

Çözümün bir parçası olmak yerine, ortaya koyduğumuz tutum ve davranışlarla -yangına körükle gitmek misali- sorunun daha da karmaşık bir hâl alması için neredeyse elimizden geleni yapabiliyoruz.

Daha ne yaşamalıyız ki aklımız başımıza gelsin? Büyüklerimiz, gayretullaha dokunacağını düşündükleri haller karşısında, “Başımıza taş yağacak!” diyerek muhataplarını ikaz ederlerdi. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde savaştan göçe, selden çığa, zelzeleden salgın hastalıklara kadar şahit olmadığımız afet neredeyse kalmadı. Dünyaya yaklaşan ve çarpma tehlikesinden bahsedilen meteor da gelirse artık her halde başımıza taş da yağacak.

Tüm bu felaketler bize bir şey anlatmaya çalışmıyor mu?

DERTLERİMİZE DEVA ARIYORUZ

Manevi bir buhran içindeyiz. Madden çok şeye sahibiz belki ama kalben huzurlu değiliz. Bereket kavramını ve sırrını yitirdik. Paranın, sağlığın ve vaktin bereketini… Maddi kayıpların telafisi için harcadığımız gayret ve mesaiyi, nedense manevi yitiklerimiz için göz ardı ettik. Belki de bireysel ve toplumsal sağlığımızı bozan asıl salgın, bizi kör eden bu vurdumduymazlık.

Felaketten felakete savrulduğumuz şu dünyada, ilâhî mesajı algılayamazsak eğer, Allah muhafaza helâk olan toplumlardan oluruz.

Peki tüm bu olumsuz tabloya rağmen ne yapmalıyız?

MANEVİ DESTEK ŞART

İlim insanları ve tıp camiası, salgına karşı aşı ve diğer tedavi yöntemlerini araştıradursun bu toplumun manevi önderleri de insanlarımızın inanç ve moral değerlerini güçlendirecek usul ve yöntemler geliştirmeli.

İçinde bulunduğumuz mübarek Üç Aylar’dan da feyz alarak bir an önce harekete geçilerek, gözle görülür, gönüllere dokunur, manen şifaya vesile olacak çalışmalar yapılmalı.

Din/diyanet işlerini kurumsal kimlikle sınırlandırıp bu meseleyi sadece belli makam ve mevkidekilerin işi olarak görmek, yüce dinimizi adeta bir ruhban takımına indirgemek gibi bir şey olur. O nedenle din eğitimi almış ve yeterliliğini kanıtlamış, sorumluluk sahibi manevi önderlerin, İslâmî kaynaklar ışığında hazırlayacakları reçeteleri acilen topluma sunması bekleniyor.

BU VEBAL HEPİMİZE YETER!

Siyaset, tarikat ve cemaat kavramları üzerinden gruplaşarak birbirimizden uzaklaşıp tartışmaya açtığımız inanç değerlerimizi yıpratmakla kalmadık, adeta kendimizi maneviyattan soyutlayıp dünyanın kulu-kölesi olduk. İşte tam da bu noktada insanların, İslâm’ın asıl kaynaklarından beslenerek yetişmiş, hasta zihinlere ve yaralı gönüllere reçeteler sunacak manevi tabiplere ihtiyacı var.

Taşıdığı manevi sorumluluğun şuuruyla sahada var olması gerekenlere, bir köşeye çekilip şahsi hesaplar peşine düşmek yakışmaz. Hangi konumda olursa olsun, bu tarihi süreçte herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme hususunda gereken gayreti göstermeli. Aksi takdirde bu vebal hepimize yeter!

(Karantina Notları/Recep Mebet)