Kıymetli okuyucularım,

''güzellikler paylaşıldıkça çoğalır, kötülükler paylaşıldıkça normalleşir'' sırrınca güzelliklerin her daim paylaşılması, kötülüklerden de ders alınması temennimizdir. Bu bağlamda iyi bir gözlemci olarak zaman zaman güzellikleri paylaşıyorum ki, ziyadeleşsin. Aşağıdaki paylaşacağım örnekleri bir çırpıda okuyacağınızı ve en azından bir arkadaşınıza anlatacağınızı ümit ediyorum.

ARABANIN ZEKÂTI
İlçenin bir köyünden yaşlı teyze kızıyla beraber Çorum'a hastaneye gelir. Gözünden küçük bir operasyon geçirir. Bu tür durumlarda insanların şehirlerde tanıdıkları veya akrabaları varsa görmek / yol iz bilmedikleri yerde sığınmak isterler. Teyzenin hastaneye geldiğini Çorum'da ikamet eden biri öğrenir. Hastaneye ziyaretine gider ve ihtiyaç halinde çekinmeden aramaları için kartvizitini verir. Teyze taburcu olup ilçeye gideceği zaman arayıp 'doktor bize çıkış verdi. Gideceğiz' deyince köylüsü 'bekleyin sizi terminale ben bırakayım' der.
Hanımını alıp hastaneye gider. Teyzeyi arabasına bindirir. Terminale doğru giderken teyzenin, yolda araba tutar korkusuyla sabahtan beri hiçbir şey yemediğini öğrenir. Bu durumda hemen kendi annesi aklına gelir. Yüreği cız eder. Zira kendi annesi de sıkıntılar içinde bir hayat sürmüş ve arabaya daha binmeden, tutar korkusu taşıyan biridir. Hem hal yapıp terminal yerine arabasının yönünü ilçeye çevirir. Şehri çıkınca ilçeye götürdüğünü anlayınca teyze mahcubiyetle başlar dua etmeye… Araç sahibi de, 'Teyze her şeyin bir zekâtı vardır. Bu da arabanın zekâtı sayılır. Yaptığımız bir şey yok. Bir saatlik yol. Rahat ol. Miden bulanınca söyle istediğin yerde durayım 'der.
Netice olarak parasal değeri çok olmasa da bu tür yapılan iyilikler ömrü billah unutulmaz. Köye yolunuz düştüğünde seksenine merdiven dayamış o teyze sizi yere göğe sığdıramaz. İzzeti ikram yapmak ister. Üstelik o beli bükülmüş, dişi dökülmüş piri fanilerin yaptığı kalbi dualarında önünde hiçbir engel olmaz. Görünür görünmez sayısız felaketlere set olur. İnanmazsanız deneyiniz.
*
Delikanlı hastaneye gitmişti. Orada işlemlerini bitirip arabasına binerken, hastanenin kapısından eşiyle beraber yavaş yavaş inmeye çalışan öğretmenini gördü. Hemen arabasından inip, ' Hocam ben öğrenciniz falan. Arabam var sizi evinize bırakayım' dedi. Emektar yaşlı öğretmen 'Evladım, çok Sağ ol zahmet olmasın. Biz teyzenle yavaş yavaş gideriz' desede, ' Hocam ne zahmeti, siz bize hayat dersi vererek sürünmekten kurtardınız. Biz de sizi kırk yılın başı yürümekten kurtaracağız, çok mu?' dedi. Bu ısrar karşısında öğrencisinin arabasına bindi. 5-10 dakikalık kısa yolculukta 30-40 öncesinden bir özet geçti. Öğrencisi de hayata dair yeni bir şeyler kapmanın ve en önemlisi de öğretmeninin duasını almanın heyecanını yaşadı.
Öğretmenliğin belki de en güzel yönü 'Hocam, ben falanca 'diyen öğrencilerin karşısına çıkmasıdır. Öğretmen için, yıllar sonra karşılaştığında saygı gösteren bir nesil, en büyük hediyedir.
*
ÖĞRETMEN ÇAĞIRILMAZ

Geçmiş yıllarda bir öğrencisinin Ankara'da görülmesi gereken bir işi vardır. Oradaki yetkililer, etkililer(!) çocuğun işini sürüncemede bırakmaktadırlar. Emektar öğretmen başka bir bakanlıkta üst düzey bürokrat olan öğrencisini arar. Durumu anlatır. Bürokrat öğrencisi 'Hocam ben yıllık izindeyim ama Çorum'a geleceğim, o zaman görüşürüz ' der. Bunun üzerine Çorum'a geldiğinde haber ver yanına geleyim' deyince  ' ne demek hocam sizi bulunduğum yere çağırmayı terbiyesizlik sayarım. Bilakis ben sizi arayıp bulacağım.' Bu söz üzerine emektar öğretmen hıçkıra hıçkıra ağlamaya ve bu çocuğun yerinde ben olsam acaba o nezaketi gösterebilir miyim diye düşünmeye başlar.

Tabi öğretmen var, öğretmencik var. Ama bardağın dolu tarafına bakarak özellikle fedakâr öğretmenlerimiz için mutlaka vefalı olmalıyız. Her okulda mutlaka örneği vardır.
Gerçek öğretmen emekli olsa, yaşı 80'şe dayansa bile biri elimden tutsa da sınıfta şu çocuklara 5 dakika bir şeyler anlatsam diye iç geçirir. Beden dışta olsa da gönlü sınıftadır.