Burhan ve menkıbeleri:
Bekir Baba, birçok tarikattan icazetliydi. Rıfai şeyhi olarak pek çok burhan gösterirdi. Şiş burhanı, kılıç burhanı, ateş burhanı, en kuvvetli zehirleri yutma burhanı gibi olağanüstü davranışları, sırf insanları irşat etmek ve Allah’ın kudretinin yine O’nun izniyle kullarındaki tezahürlerini göstermek için kullanırdı. Zikir için toplanıldığında bu burhanlardan birkaçını yaptığı olurdu. Mübarek günlerde, kandil gecelerinde başlarında kızgın saclar, içinde alev alev yanan kızıl korlarla, kudümler eşliğinde ilahiler söyleyerek, başlarında Bekir Baba olmak üzere dervişler, tekkeden Ulu cami’ye, Saat Kulesi’ne kadar burhanlar sergileyerek gidip dönerlerdi.
Değirmen çevresinde yapılan zikirlerde hay esmasına geldiklerinde büyükçe bir ateş yakar, diğer şeyhleri, buyurun ateşe girin, diye burhan göstermeye çağırırdı. Onlar bundan kaçındıkları için tek başına alevlerin içine dalar, Allah’ı zikrederdi. Yüce Allah, Hz. İbrahim (as) ı ateşten koruduğu gibi O’nun adını zikredip giren kulunu da ateşten korurdu.
1913 yılında Çorum’da büyük arasta yangını çıkar. Şehirdeki o zamanın itfaiyecileri durumundaki tulumbacılar, bütün çabalarına rağmen yangını söndüremezler. Durum, Bekir Baba’ya bildirilir. Şeyh Efendi, derhal oraya gelir. Bir bardak su ister. Besmele çekip bir yudum su alır. Hu esmasını zikrederek yangının üzerine üfler. Allah’ın izni ve inayetiyle yangın söner.
Bekir Baba’nın pek çok menkıbesi, Çorumda bilinmektedir. Erzurum’dan gelip Evlad-ı Resul olduğu için kendini beğenen zata manen ikazda bulunup ıslahına vesile olduktan sonra onu yetiştirip icazet vererek memleketine görevlendirmesi,
Bir ateş burhanında istihdam edilen zengin bir zatın daha sonra hileli yolla ve para karşılığı tarikatta halife olma isteğine karşılık onun bir takım sıkıntılardan sonra af dilemek için dergaha dönmesi,
Bir avuç pirinçten bir kazan pilav pişirmesi,
Samsunlu bir tüccarın Kırım’dan yüklediği buğday yüklü gemiyi batmaktan kurtardığı, bu esnada elinde kalan balçığı tekkenin duvarına çaldığı ve gemicinin araya araya Çorum’da kendisini bulup tanığı,
Hizmetkarına Bekir Baba’nın hanımının hiç de iyi davranmaması karşısında hizmetkarının içinden öfke ve garaz dolu sözler söyleyerek yanına geldiğinde, ben onun kahrını yıllardır çekiyorum, sen bir sitemine dayanamayıp gazaba geldin, diyerek durumu kendisine bildirmesi, gibi bazı keramet ve menkıbeleri daha anlatıla gelmiştir.
İstiklal Harbi sırasında Bekir Baba, mânâ âleminde olayları yakından takip ediyordu. Düşmanın Polatlı’ya kadar geldiği günlerde hizmetkarı Yakup Efendi’ye “Evladım, atı nallat, kılıcı da bilet. Lazım olacak.”der. Yakup Efendi, şeyhinin emrini yerine getirir. O gece Bekir Baba, dergahta yalnız kalır. Sabahleyin Yakup Efendi, atı tımar etmek için ahıra girdiğinde onu kan ter içinde görür. Atın nallarına bakar, döküldüğünü ve tırnaklarının bile aşındığını fark eder. Kılıcı yoklar, iyi köreldiğini görür. Şeyhinin yanına çıkar, bunların hikmetini sorar. O da olan biteni şöylece özetler:
“Yunanlı, Polatlı’ya kadar gelmişti. Ankara tehlikedeydi. Ordularımız cephede savaşırken bizler de eli kolu bağlı duramazdık. Mânâ aleminde Hacı Bayram-ı Veli başkanlığında, birçok dervişle, Çorum’danda Çerkez Şeyhi Ömer Lütfi Efendiyle beraber ordumuzun safında Yunan’ı önümüze katıp Polatlı’dan İzmir’e kadar gittik de geliverdik.”
Rıfailikte hılafet makamına geçmek için önce süluke girmek ve orada bunu hak etmek gerekirdi. Ondan sonra hılafet icazeti verilirdi.
Süluk, bir veya birkaç kişinin şeyh efendiyle bir odaya kapanıp çok az yeme, içme ve uyuma ile en az kırk gün orada kalmasıdır. Buna erbain de denilir. Derviş eğer kırk günde manevi perdeyi açamazsa yani kalp gözü açılmazsa bu seksen veya yüz altmış güne uzayabilir. Onun için süluke girmek, herkesin gözünün keseceği bir şey değildi.