Çorum’da altı evin bahçesinde havuz vardı. Altısının da suyu Serpin Köyü’nden geliyordu. Su, önce Hafız Kemal Erdin’in evinin önündeki Kümbet denilen su mukassemine gelir, oradan evlere dağılırdı. Gele su, musluk değil de köy çeşmelerindeki gibi lüleden akardı. Havuzumuz 8x8 metre genişlikte, 1.60 m. derinlikteydi. Su dolunca altındaki vanadan boşaltılırdı. Dış avludaki havuzdan bahçeye kadar beton ark vardı. Su, oradan çıkıp bahçeye ulaşırdı.
Havuz, babam için çok önemliydi. Bu kadar su için köyde nice kez kavgalara, yaralanmalara şahit olmuştu. Şimdi kavga gürültü olmadan havuzumuz doluyordu. Üç günde bir bahçedeki kavakları, meyveleri ve sebzeleri suluyorduk. Bizim için bulunmaz bir nimetti. Zaman zaman suyunun azaldığı oluyordu. Sucu Şükrü Ağa ve komşu Hasan ağa ile komşu omuzlarına kalın tel halkası atarak su yoluna bakmaya giderlerdi. Pöhreğe ağaç kökü girmiş diyerek biraz kök çıkarıp gelirlerdi.
Bir defasında gittiler, kök falan yokmuş. Ama su akmıyordu. Su yolunda çökme ve pöhrekte kırılma olmuştur, onun için su yer altına kaçabilir, dediler. O zaman ne yapmak lazım denilince su yolunu kazıp kaçağı bulmak gerekir denildi. Başka çare bulamayınca suyun havuza bağlantı yeri olan duvarın dibinden kazarak Aygır Deposu’nun kenarından köşeye kadar devam ettik. Arızaya rastlayamadık. Bu defa Aygır Deposu’nun köşeden bugünkü Adalet Sarayı’nın kapısının karşısına kadar kazdık.
Kazdık diyorum ama iş makinesiyle, kepçeyle değil, kazma-kürekle kazıldı. Hem de bir buçuk metre derinlikte. Yine bir arızaya rastlayamadık. Sonunda su yolunun pöhreklerine kavuştuk.
Bu zahmetli kazının esas ilginç yönü, kazı sırasında çıkan insan kemikleri, kafa taslarıydı. Ben, şahsen şaşkınlıkla izliyordum. Ancak komşularımız gördüklerine hiç şaşırmıyorlardı. “Burası, zaten mezarlıktı. Bu kemikler de bizimkilerin kemikleridir” diyorlardı.
Sonra öğrendik ki Aygır Deposu (Bugünkü Fatih Blokları’nın ve Dut Dede’nin bulunduğu yer), Fatih Caddesi, Cezaevi (Bugünkü Atıf Hoca Parkı ve Adliye)nin bulunduğu yerde, Ali İzzet Efendi’nin Tezkire-i Makamat adlı eserinde de anlatıldığı gibi Büyük Dut Dede Kabristanı varmış. 1925’ten sonra mezarlık iptal edilmiş. Yeri düzlenmiş. Ortasından yol geçmiş. Bir tarafına Cezaevi, diğer tarafına da damızlık boğalar, at ve eşeklerin beslendiği Aygır Deposu yapılmış.
İşte bu mekanda yaptığımız kazının sonunda su yolunu tekrar bulan ustalar, demir borularla suyun havuza götürülmesine karar verdiler. Su yolu, ona göre düzlendi. Kalın borular döşenerek suyun havuza getirilmesi sağlandı.
Sanıyorum bu çalışma, üç hafta kadar sürdü. Çok maliyetli bir işti. O kadar süre orada işçi çalıştı. Onların ücretleri v.s. çok para tuttu. Ama babam için önemli değildi. Önemli olan, havuza suyun gelmesiydi. Lüleden şırıl şırıl suyun akmasıydı.
Aslında bahçemizde iyi bir kuyu vardı. Suyu da gürdü. Ama onu kullanmayı hiç düşünmedik. Ne zaman ki Serpin Suyu şehir şebekesine bağlanıp havuzun suyu tamamen kesildi. İşte o zaman kuyu suyuna mecbur kaldık. Kuyuya bir santrafiş bağlayıp hortumla havuza doldurduk. Bir gün dinlendirip suyu yine aynı arktan akıtarak bahçeyi sulamaya devam ettik.
Bu faaliyet, Eylül ayındaydı. Henüz okul açılmamıştı. Ben de çalışmaları rahat rahat izleyebiliyordum. Yıllar geçmesine rağmen oralardan çıkan insan kemikleri ve kafa tasları, gözümün önünden hiç gitmiyor.
Havuz, çocuklar için iyi bir eğlence mahalli olabilirdi. Ama ben, hiç böyle düşünmedim. Mahalledeki arkadaşlarım, hatta sınıf arkadaşlarım, havuzda yüzmek için ısrar ederlerdi. Ancak ben, babamdan korktuğum ve kızacağından endişendiğim için izin vermezdim. Buna rağmen soyunup havuza atlayan, yüzen arkadaşların da olduğunu inkar edemem. Bababm görmesin diye gözcülük yapmak da bana düşüyordu.