Bizim evde, anneler gününün daha önce somut bir kutlaması yaşanmamış, bu güzel günün hissedilir sonuçları görülmemişti. Bir sonraki yılın sabırsızlıkla bekleneceği, ev iklimini en azından bir hafta boyunca değiştirecek bu özel kutlamanın hazırlıklarına girişilmemişti; Henüz…
Amaç, mutfakta kaybolmuş birisini bulabilmekti! Ya da "evet biliyorum, sen bu evde yaşıyorsun" diyebilmekti. Sonradan misafir olduğumuz bu eve gelirken, almayı unuttuğumuz hediyeleri verebilmekti. Bir gülen yüzümüzü çok gördüğümüz ev sahiplerine, ağlayıp feryat etmiştik.  Elimiz boş, nezaketsiz ve bir o kadar küstahça gelmiştik… Başka bir zaman, böyle bir misafiri buyur edip, kuş tüyü yastıklarda, mis gibi kokan, itina ile hazırlanmış pusetlerde kim ağırlar? Özel ezgiler ve ninniler eşliğinde müthiş bir karşılama komitesiyle... Hayranlık ve umut dolu bakışlara ne zaman somut karşılık vereceğini bilemeden geçen yıllar…
Hediye almak, babama söylenecek en son şeydi. Bunu bir keresinde denemiş, talebimizi çocukça bulmuş, savuşturmuştu. Sonuçta anne, bizim annemizdi. Babam haklıydı! O da kendi annesinin gününü kutlamış ve bunu yaparken kesinlikle babasından yardım almamıştı. 
Tırnağın varsa başını kaşı! Kardeşim küçük olduğu için bu iş bana kalmıştı. Kaynak taraması yapmalıydım. Dibe köşeye saklanan yerlerde para, ekmeğe yetecek kadardı. Elime harçlık olarak geçen düzensiz bir iki lirayla da bu iş olmazdı. Aklıma teyzemle gittiğimiz çarşamba pazarı geldi. Teyzeme rica edecek, patlıcan, patates yerine annemin çok sevdiği kayısıyı alacaktım. Evet! Bu çok iyi olurdu. 
Evin bir haftalık mutfak ihtiyacını, teyzemle yaptığımız pazar seferinde görürdük. Teyzemle birlikte pazarda turlarken konuyu anlattım. Teyzem kayısıdan yemek olmayacağını, lüzumsuz harcama yapamayacaklarını söyledi. Yoğun ısrarıma rağmen "annen kızar, kadına yemek yapacak malzeme lazım, neyin kayısısı!" Dedi. 
Teyzem sonunda razı oldu. Fasulye ve soğanın dışında iki kilo kayısı alarak eve döndüm. Kayısıları kömürlüğe bıraktım. Hafta sonunu beklemem gerekiyordu. Annem fasulye ile soğanı görünce "Bu ne!" dedi. Teyzemin pazardaki malları beğenmediğini, bu sefer böyle olsun dediğini söyledim. Hiçbir şey kaçıramadığım o gözleriyle şüpheli şüpheli iyice baktı bana. Anlayamadı… Bana olan güvenini de sarsmak istemiyordu belli ki. İkna olamamış halde, daha da fazla üzerime gelmedi.
Pazar gününe dört gün vardı. Zaman geçmiyordu. Kömürlükteki kayısı bozulur muydu ki? Bir karton kutu bulup, güzelce içine de yerleştirebilmiştim. Her şey hazırdı. Annemin kafası halâ eksik olan pazar malzemelerindeydi. Benim, onun için bir sürpriz yapabileceğimi hiç düşünmüyordu. O zamanlar anneler günü, şimdiki gibi bağıra çağıra dillendirilen bir şey değildi. Böyle şeylere zaman ve para harcamak çok fantezi ve lüzumsuz görülürdü. Bir önceki sene bu konu ile ilgili babamdan aldığım cevap "git işine!" olmuştu. Evet, babam doğru söylüyordu. Herkes işine gitmeliydi. Bir yıl boyunca ben, hep bu işi düşündüm, bugünü bekledim. Şu an işim buydu! Az kalmıştı. İş bitmek üzereydi. Sağ ol baba…
Nihayet Pazar sabahı gelmiş, ekmek almaya çıkmıştım. Gelirken kömürlüğe uğrayıp paketimi de yanıma aldım. Annem görmeden bir köşeye saklamayı da becerdim. Kahvaltı sonrası elimde kayısı paketi, annemin karşısındaydım. Kardeşim de yanımda duruyor, idolü olan abisini nefes almadan takip ediyordu. 
Annem bir yandan uzattığım pakete, bir yandan da bize bakıyordu. Babam da şaşırmış meraklı gözlerini gazeteden ayırıp bize çevirmişti. 
"Hoş bulduk" dedim. 
Kurduğum cümleler doğru muydu onu da bilmiyordum. Ne denirdi ki? 
"Kayısı" dedim. "Ne için" dedi annem. 
"Çok seviyorsun ya!"
Anneler Günü'nü içinde barındıran bir cümle kuramıyordum. O zaman babamı ezmiş, sözüne kayıtsız kalmış olurdum. Hem lüzumsuz işlerle uğraşmamız yasaktı. Bunu sıradan, önemsiz bir işmiş gibi yapmalı, babamın radarına takılmamalıydım.
Annem durumumuzu anladı. Gözleriyle kucakladı o an bizi. 
"Ne iyi etmişsiniz, önümüz ramazan. Hoşaf yapacaktım zaten…"
Annem iyi toparlamış, babamın endişeli bakışları rahatlamıştı. Her şey yolundaydı. Lüzumlu işlerle uğraşıyorduk. Bu konuda bir şüphe yoktu. 
Böyle bitmemeliydi bu sahne dedim içimden. Sarılmalıydık boynuna, basmalıydı bağrına… Mutfaktan çıkarken annem seslendi. Dönüp ona baktık. Bir sonraki anneler gününü umutla bekleyeceğimiz o sözleri söyledi:
Hoş geldiniz…