Hz İsa mabede girince, yazıcılar ve Ferisiler (Kudüslü Yahudiler) kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Hz İsa'ya varıp,
-Bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recm edilmesini emretmişti; buna sen ne dersin?, dediler.
Bunun üzerine İsa eğilip, parmağıyla yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü. Cevap için sıkıştırırlarken, İsa doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi: "Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın."
Bunu gören insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar, çünkü kirli işlerini aynada görünce utanıyorlardı. Hiç kimse bir taş alıp atmadı ve oradan ayrıldılar.
Yazar Kemal Öztürk de; Kimsenin cesaret edemediği şey, günahkar olduğunu itiraf etmesidir. Kendini günahsız, ötekini ise taşlanmayı hak etmiş günahkâr olarak gören bir topluma dönüştük, der yazısında.
Acı gerçeği kimse görmek niyetinde değil.
Herkes sanal bir dünyada, sahte bir gerçeklik içinde hayatlarını sürdürmek istiyor.
Siyaset, bürokrasi, iş dünyası ve medya bu sahte gerçekliğin ve sahte dürüstlüğün içinde yüzüyor adeta. Kimse gerçekleri ve günahları konuşmayı, itiraf etmeyi düşünmüyor.
Zina ederken bulduklarını ve taşlanmasını isteyenleri de geçtik. Onlara içinizdeki günahsız olan ilk taşı atsın denildiğinde utanıp oradan ayrıldılar ama maalesef bizler halen meydanlarda taş arayıp, taşlanacak birilerini arayıp durduk, UTANMADAN…
Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın derken artık elimize büyük büyük kayalar alıyoruz kendi günahımıza bakmadan. UTANMADAN…
Karşıdakinin günahkâr olduğunu kabul edip kendi günahımızı örtmenin yollarını arar olduk. Ararken nice haram yollardan kendimize cevazlar aradık. UTANMADAN… Ve maalesef caiz diyen gafilleri bulmakta da zorlanmadık.
Nihayetinde de bulduk. Bizden başka herkes günahkâr demeye başladık. Dünya benim derken, kibir taşlarının altında kaldığımızın farkına varamadık.
Aynaya bakıp aynada aslan görme hastalığından kurtulamadık. Kurtulamadığımızdan elimizdeki taşları bir türlü bırakamadık. Bırakamadık çünkü kendimizi hep günahsız gördük. Günahsız görmekten öte başkalarını da günahkâr görmeye devam ettik.
Aslında kendimizin günahsız olmadığını bir türlü kabul edemiyoruz. Oysa insan günahkârdır. Bu fıtratın gereğidir. Esas olan tövbe etmektir. Tövbe etmeyi de beceremedik. Çünkü taş atmak hoşumuza gitmeye başladı günahımıza bakmadan.
Fikrini, düşüncesini, siyasetini, inancını beğenmediğimiz kişiye atmak için kucağımıza doldurduğumuz taşları atarken, hıncımızı, öfkemizi ve gözümüzün kararmışlığını yüklediğimiz taşların avuçlarımızda bıraktığı lekeleri göremedik.
Elimizdeki taşları bırakabilsek, kendimizin de masum olmadığımızı da göreceğiz. En az suçladığımız, en az taşladığımız ve en az yalanlarımızla karalamaya çalıştığımız insanlar kadar suçlu olduğumuzu anlayacağız.
Belki de bunu örtmek, gizlemek ve gözlerden kaçırmak için böyle davrandığımızı anlayacağız. Ama mevcut konumumuzu kaybetmek istemediğimizden taşlamaya devam ediyoruz. İşin en kötüsü de taş atmaktan yorulmuyor, ellerimizle birlikte kalplerimizin de taşlanmış olduğunu fark edemiyoruz.
İşte bu yüzden anlamama adına roller yapmaya devam edeceğiz. Anlamak istemediğimiz ve anlama ihtimalimizi ortadan kaldırmak için, beynimizi, kalbimizi ve vicdanımızı uyuşturmaya devam ediyoruz. Sarhoşluktan bir türlü çıkamıyoruz.
Haydi! Ya taş atmaya devam edeceğiz ya da "Ey müminler! Hep birlikte Allah'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz" (Nur, 24/31) ayetini tekrar anlamaya çalışacağız. Tercih tamamen sizin.
Sevgide kalın, sevgiyle kalın…