İn­fak; Al­la­h’ın ver­miş ol­du­ğu ma­lın şük­rü ola­rak, yok­sul ve muh­taç olan­la­ra yi­ne Al­lah için ve­ri­len, ze­kat, fit­re, sa­da­ka, vak­fet­me gi­bi sos­yal yar­dım­la­rı içi­ne alan kap­sa­mı ge­niş Kur'an-i bir kav­ram­dır.

Di­ni­miz kar­deş­lik il­ke­le­ri üze­ri­ne, sağ­lık­lı bir fert top­lum iliş­ki­si­nin ku­ru­la­rak, bir­lik ve be­ra­ber­lik ru­hu­nun sağ­lan­ma­sı, ih­ti­yaç sa­hip­le­ri­nin sı­kın­tı­la­rı­nın gi­de­ri­le­bil­me­si için her tür­lü ted­bi­ri al­mış­tır. Ba­ka­ra sur. 177'de Mü­min­le­rin va­sıf­la­rı sa­yı­lır­ken "İyi­lik, yüz­le­ri­ni­zi do­ğu ve ba­tı ta­ra­fı­na çe­vir­me­niz de­ğil­dir. Asıl iyi­lik, o kim­se­nin yap­tı­ğı­dır ki, Al­lah'a, ahi­ret gü­nü­ne, me­lek­le­re, ki­tap­la­ra, pey­gam­ber­le­re ina­nır. Ya­kın­la­ra, ye­tim­le­re, yok­sul­la­ra, yol­da kal­mış­la­ra, di­le­nen­le­re ve kö­le­le­re sev­di­ği mal­dan in­fak eder, na­maz kı­lar, zekât ve­rir. Ant­laş­ma yap­tı­ğı za­man söz­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­rir. Sı­kın­tı, has­ta­lık ve sa­vaş za­man­la­rın­da sab­re­der. İş­te doğ­ru olan­lar, bu va­sıf­la­rı ta­şı­yan­lar­dır. Mut­ta­ki­ler an­cak on­lar­dır!" buy­rul­muş­tur.

Ze­kat gi­bi mik­ta­rı be­lir­li olan sos­yal yar­dım­laş­ma hü­küm­le­ri gel­me­den ön­ce as­ha­bı ki­ram yok­sul­lar için ne ka­dar har­ca­ya­cak­la­rı­nı bil­mi­yor­lar­dı. Mu­az bin Ce­bel Pey­gam­be­ri­mi­ze "Ya­kın­la­rı­mız­da yok­sul olan­lar var. Bun­la­ra ma­lı­mız­dan ne şe­kil­de ve ne mik­tar­da har­ca­ya­lım." Di­ye so­rar­lar. "Ey Mu­ham­med sa­na han­gi şe­yi na­fa­ka ve­re­cek­le­ri­ni so­ru­yor­lar. De ki: ih­ti­ya­cı­nız­dan ar­ta­nı ve­rin." (Ba­ka­ra 219) aye­ti ke­ri­me­si na­zil olur. Ze­kat farz kı­lın­ma­dan ön­ce ka­zanç sa­hip­le­ri bu aye­te gö­re her gün ki ka­zanç­la­rın­dan ken­di­le­ri­ne ye­te­cek ka­da­rı­nı alır ge­ri­si­ni ta­sad­duk eder­ler­di. Al­tın, gü­müş gi­bi na­kit sa­hip­le­ri de bir yıl­lık ge­çi­mi­ni ayı­rır ge­ri ka­la­nı­nı Al­lah yo­lun­da har­car­lar­dı. (Tec­ri­di Sa­rih XI, 371) 

Kur'an-ı Ke­rim'in muh­te­lif ayet­le­rin­de, var­lık­lı mü­min­le­re, var­lık­la­rın­dan Al­lah yo­lun­da, onun rı­za­sı­nı ka­za­nıp  dün­ya­da da, ahi­ret­te de kar­şı­lı­ğı­nı gör­mek üze­re "in­fak"ta bu­lun­ma­la­rı emir ve tav­si­ye­sin­de bu­lu­nul­muş­tur. Al­lah yo­lun­da in­fak eden­ler ise övül­müş­tür. Ba­ka­ra sur. ilk ayet­le­rin­de tak­va sa­hip­le­ri­nin va­sıf­la­rı sa­yı­lır­ken Al­lah yo­lun­da har­ca­yan­lar, gay­ba ina­nan­lar, na­maz kı­lan­lar di­ye sı­ra­lan­mış­tır.  "Al­lah yo­lun­da mal­la­rı­nı har­ca­yan­la­rın ör­ne­ği, ye­di ba­şak bi­ti­ren bir da­ne gi­bi­dir ki, her ba­şak­ta yüz da­ne var­dır. Al­lah di­le­di­ği­ne kat kat faz­la­sı­nı ve­rir. Al­lah'ın lüt­fu ge­niş­tir, O her şe­yi bi­lir." (Ba­ka­ra 261)  "Ey iman eden­ler! Ka­zan­dık­la­rı­nı­zın iyi­le­rin­den ve rı­zık ola­rak yer­den si­ze çı­kar­dık­la­rı­mız­dan hay­ra har­ca­yın. Si­ze ve­ril­se, gö­zü­nü­zü yum­ma­dan ala­ma­ya­ca­ğı­nız kö­tü ma­lı, ha­yır di­ye ver­me­ye kal­kış­ma­yın. Bi­li­niz ki Al­lah zen­gin­dir, öv­gü­ye lâyık­tır." (Ba­ka­ra 267) "Mal­la­rı­nı ge­ce ve gün­düz, giz­li ve açık hay­ra sar­fe­den­ler var ya, on­la­rın mükâfat­la­rı Al­lah ka­tın­da­dır. On­la­ra kor­ku yok­tur, üzün­tü de çek­mez­ler." (Ba­ka­ra 274) 

Yü­ce Rab­bi­mi­zin em­ri ol­du­ğu ve onun rı­za­sı­nı ka­zan­mak için ma­lın se­vi­le­nin­den har­ca­ma ya­pan­lar Kur'an-ın ifa­de­si ile "Birr" de­re­ce­si­ne ula­şır. "Sev­di­ği­niz şey­ler­den (Al­lah yo­lun­da) har­ca­ma­dık­ça "iyi"ye ere­mez­si­niz. Her ne har­car­sa­nız, Al­lah onu hak­kıy­la bi­lir." (Âli İm­ran 92) bu aye­ti ke­ri­me na­zil olun­ca Ebu Tal­ha en çok sev­di­ği ma­lı olan "Bır­ha" bah­çe­si­ni Al­lah yo­lun­da ta­sad­duk et­miş­tir. Hz. Ömer de Ha­ber'in fet­hin­den son­ra ken­di his­se­si­ne dü­şen de­ğer­li ga­ni­met top­ra­ğı­nı Al­lah rı­za­sı için vak­fet­miş­tir. Ha­san el Bas­ri: "Bir kim­se sev­di­ği bir ma­lı Al­lah rı­za­sı için sa­da­ka ola­rak ve­rir­se bu ayet­te­ki 'birr'e maz­har ol­muş olur."

İn­fa­kın Al­lah in­din­de en mak­bu­lü ve fa­zi­let­li­si ki­şi­nin ya­kın ak­ra­ba ve ya­kın kom­şu­la­rın­dan muh­taç du­rum­da bu­lu­nan­la­ra yap­tı­ğı har­ca­ma­dır. Ay­rı­ca ai­le fert­le­ri­ne ya­pı­lan har­ca­ma­da sa­da­ka hük­mün­de­dir. Pey­gam­be­ri­miz: "Bir Müs­lü­man ai­le fert­le­ri­nin ge­çi­mi­ni, Al­lah'ın rı­za­sı­nı uma­rak sağ­lar­sa bu ken­di­si için sa­da­ka olur."

İn­fak­ta bir öl­çü ve sı­nır var­mı­dır?  Ve­da Hac­cı sı­ra­sın­da pey­gam­be­ri­miz­le bir­lik­te hac fa­ri­za­sı­nı ye­ri­ne ge­tir­mek üze­re Mek­ke'ye gi­den ve ora­da ağır bir şe­kil­de has­ta­la­nan Sad b. Ebi Vak­kas, tek va­ri­si (mi­ras­çı­sı) olan kı­zı­na çok ser­vet ka­la­ca­ğı­nı dü­şü­ne­rek ser­ve­ti­nin 3'te 2'si­ni va­si­yet yo­lu ile in­fak et­mek is­ter. Pey­gam­be­ri­miz ra­zı ol­maz. Ya­rı­sı­nı bı­rak­mak is­ter ona da ra­zı ol­ma­ya­rak 3'te bi­ri­ni in­fak et­me­si­ne mü­sa­ade ede­rek: "Ey Sad! Se­nin mi­ras­çı­la­rı­nı zen­gin bı­rak­man on­la­rı yok­sul ve baş­ka­la­rı­na avuç açar bir hal­de bı­rak­man­dan da­ha ha­yır­lı­dır. Sen Al­lah rı­za­sı için har­ca­dı­ğın na­fa­ka­dan do­la­yı da ecir alır­sın." (Bu­ha­ri)  Sad bin Ebi Vak­kas o has­ta­lı­ğın­dan iyi­le­şe­rek uzun yıl­lar da­ha ya­şa­mış ve baş­ka ço­cuk­la­rı da ol­muş­tur. Bu­na gö­re bir kim­se ma­lı­nın 3'te bi­ri­ni sağ­lı­ğın­da ve­ya va­si­yet yo­lu ile Al­lah yo­lun­da in­fak ede­bi­lir. 3'te iki­si ise mi­ras­çı­la­rı­nın ko­ru­nuş hak­la­rı­dır. 

Bir gün bir sa­ha­bi ge­le­rek"Ey Al­lah'ın re­su­lü iyi­lik yap­ma­ya en la­yık olan kim­dir? Ön­ce­lik­le ki­me iyi­lik ya­pa­yım? " pey­gam­be­ri­miz "An­ne­ne" "On­dan son­ra ki­me?"  üç de­fa an­ne­ne de­dik­ten son­ra "Ba­ba­na son­ra da en ya­kı­nın­dan baş­la­ya­rak uza­ğa doğ­ru di­ğer ak­ra­ba­la­rı­na iyi­lik et." (Bu­ha­ri) Bu­yur­muş­tur. "Al­lah'a iba­det edin ve O'na hiç­bir şe­yi or­tak koş­ma­yın. Ana-ba­ba­ya, ak­ra­ba­ya, ye­tim­le­re, yok­sul­la­ra, ya­kın kom­şu­ya, uzak kom­şu­ya, ya­kın ar­ka­da­şa, yol­cu­ya, el­le­ri­ni­zin al­tın­da bu­lu­nan­la­ra (iş­çi, hiz­met­çi ve ben­zer­le­ri­ne) iyi dav­ra­nın; Al­lah ken­di­ni be­ğe­nen ve da­ima bö­bür­le­nip du­ran kim­se­yi sev­mez." (Nisâ 36) "O hal­de sen, ak­ra­ba­ya, yok­su­la, yol­da kal­mı­şa hak­kı­nı ver. Al­lah'ın rı­za­sı­nı is­te­yen­ler için bu, en iyi­si­dir. İş­te on­lar kur­tu­lu­şa eren­ler­dir." (Rum 38)

   Ma­lın ze­ka­tı in­fak­ta bu­lun­mak­tır. Be­de­nin ze­ka­tı Na­maz kı­lıp,Oruç tut­mak­tır. Di­lin ze­ka­tı ha­yır ko­nuş­mak­tır. İl­min ze­ka­tı bil­dik­le­ri­ni in­san­la­ra an­lat­mak­tır. Ka­zan­dı­ğı­mız mal­la­rı he­lal yol­lar­dan ka­zan­sak bi­le Ze­ka­tı­nı ver­me­di­ği­miz sü­re­ce biz­le­ri Al­lah'a he­sap ver­mek­ten kur­tar­maz. Ze­ka­tı ve­ril­me­yen mal­da ha­yır ol­maz.  "Al­lah'ın, ke­re­min­den ken­di­le­ri­ne ver­dik­le­ri­ni (in­fak­ta) cim­ri­lik gös­te­ren­ler, san­ma­sın­lar ki o, ken­di­le­ri için ha­yır­lı­dır; ter­si­ne bu on­lar için pek fe­na­dır. Cim­ri­lik et­tik­le­ri şey de kı­ya­met gü­nün­de bo­yun­la­rı­na do­la­na­cak­tır. Gök­le­rin ve ye­rin mi­ra­sı Al­lah'ın­dır. Al­lah bü­tün yap­tık­la­rı­nız­dan ha­ber­dar­dır." (Âli İm­ran 180)