Sosyal yardımlaşma ve dayanışma konusunda infakın önemli bir ayağını ve bölümünü zekât oluşturur. Kur'an-ı Kerim'de çok sayıda zekâtın farziyetini, hikmetlerini ve mala bilerek veya bilmeyerek karışan haramlardan nasıl temizleneceğine dair ayetler vardır. 

Zekât, her şeyden önce kulun Allah'ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel nişanesidir. Çünkü zekât Allah'ın emridir. Kulun vazifesi öncelikle neden ve niçini araştırılmadan Rabbi tarafından emir olunduğu şeyi yapmaktır. Yüce Allah bu nedenle insanın kendisine emanet edilen malı gerçek sahibi olan yaratıcısının uygun gördüğü istikamette kullanmasını istiyor. Allah'ın emirlerini yerine getirmek ise kulluğun bir gereğidir. 

"Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür." (Bakara 110) "Namazı kılın, zekâtı verin, Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz." (Nûr 56) "Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir." (Haşr 7)

Peygamberimiz " Allah kime mal verirde o kimse zekatını vermezse, kıyamet gününde o mal sahibine gözlerinin önünde simsiyah iki benek bulunan zehirli bir yılan şeklinde görünerek boynuna gerdanlık yapılacak; sonrada iki çene kemiğini iki tarafından yakalayıp şöyle diyecek: 'Ben senin zekatı verilmeyen malınım." (Buhari)  yine peygamberimiz "Sakın sizden biriniz kıyamet gününde, omzuna zekâtını vermediği malını yüklenip avaz avaz bağırarak ve 'Ya Muhammed' diye (yardım isteyerek) bana gelmesin." (Tecrit 5/2) 

Hz. Ebubekir halife seçilince, Zekât vermeyi kabul etmeyenlerin üzerine ordu göndermeye karar vermişti. Hz. Ömer: Bunlarla nasıl savaşırsın? Allah'ın Resulü "Ben La İlahe İllallah diyene kadar, insanlarla savaşmakla emrolundum. Kim bunu söylerse dininin icap ettirdiği hususlar hariç malı ve canı korunmuş olur. Onun diğer hesabı (yerine getirmediği ibadetleri veya günahları) Allah'a aittir." Buyurmuştur. Deyince, Hz. Ebubekir: "Allah'a yemin ederim ki namazla zekâtı bir birinden ayıran kimse ile savaşırım. Çünkü zekât Malın hakkıdır. Vallahi bunlar Allah resulü zamanında verdikleri zekâtı şimdi vermek istemezlerse bundan dolayı onlarla mutlaka harbederim." Diye karşılık verir. Bunun üzerine Hz. Ömer Allah'a yemin ederim ki bu hüküm Cenabı hakkın, Ebubekir'in gönlünde yarattığı genişliğin eseridir. Böylece bende gerçeği öğrenmiş oldum." (Buhari) der. 

Zekât aynı zamanda artma, bereket anlamına gelir. Sahip olunan maldan fakirin hakkı çıkarılarak verildiğinde, zekâta malik olan insanları cimrilik kirinden de arındırarak temizlemiş olur. Malda berekete sebep olduğundan dolayı bu mâli ibadete zekât denmiştir. Nitekim "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir." (Tevbe 103) "De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe 39)

Zekat malı temizledikten sonra geride kalanın sıhhat ve bereketlenmesine sebep olduğu gibi, aynı zamanda zekat vereninde imanında ki Allah'a olan sadakat ve olgunluğuna delalet eder. Bir şeyin önemi insanlığın ona olan ihtiyacı ve temin ettiği faydalar ile ölçülür. Zekâtın alınıp verildiği bir toplumda sağladığı faydalar göz önüne alındığında önemi daha iyi anlaşılır. Emevi halifelerinden, Ömer bin Abdülaziz zamanında Şam valisi halifeye bir mektup yazarak "Zekât fonunda epeyce bir para birikti verecek fakir bulamıyorum bu fonda biriken paraları neredeye tasadduk edeyim?" diye sorar. Demek ki herkesin çalışmayı ibadet sayarak gayret gösterdiği, dünya ve ahiret dengesini iyi kurduğu, zekâtını verdiği bir dönemki, zekât verecek fakir bulunamıyor. Halifede cevap olarak şöyle yazar "Zekât fonunda biriken parayı eğer verecek ihtiyaç sahibi fakir yoksa o fondan evlenme çağına gelmiş fakat evlenme imkânı olmayan geçler varsa onları evlendirerek düğün giderlerini karşıla. Ondan da artan olursa onu da varlıklı olduğu halde ödemelerinde aksama olup zamanında borcunu ödeyemeyen esnaf ve tüccarlara paraları gelinceye kadar ödünç ver." Diye mektubunu bitirir. Bundan daha büyük bir güzellik olabilir mi? Böyle bir toplumda açlık yoksulluk sefalet hırsızlık, soysuzluk, ahlaksızlık tasavvur edebilirmiyiz? 

Zekât toplumda ki ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını görerek birlik, beraberlik, kardeşlik ruhunu geliştirir. Hemde zengin ile fakir arasında gönül bağı köprülerinin kurulmasına sebep olur. Alın terinin, emeğinin bir kısmını kendisine veren zengine karşı fakir saygı duyar. Kalbinde ve gönlünde ki kıskançlık ve haset duyguları yok olur. Zenginde alın terinin, emeğinin bir kısmını verdiği fakiri kendinden bir parça olarak görür. Bu şekilde zengin fakir kaynaşması ve dayanışmasıda sağlanırken, zenginde ki aşırı mal sevgisi de kırılarak Allah sevgisinin ön plana geçmesine sebep olur. "Allah ve resulünü mallarınızdan ve canlarınızdan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamazsınız." İlahi emrin gereği olarak zekâtlarını veren müminler Allah ve Resulünü mallarından daha çok sevdiklerini de göstermiş olurlar. 

Rabbimizden, tuttuğumuz oruçlarımızı, kıldığımız namazlarımızı, verdiğimiz veya vereceğimiz zekât ve fitrelerimizi indi ilahisinde kabul etmesini dileriz.