Hani bir deyim vardır ''Kendi ayağına sıkmak'' diye, şuan bu deyimi yeryüzü insanları olarak topyekûn gerçekleştiriyoruz.  Yaptığımız eylemler ile dünyayı yok ediyoruz. Öyle ki; bu durum yavaş yavaş değil artık koşar adımlara dönüştü. Yaklaşık 100 yıl sonra geri dönüşümü olmayan bir yola gireceğiz.
 

Dünya ısınıyor!

Kullandıklarımız, yediklerimiz, içtiklerimiz, eylemlerimiz kısaca her türlü faaliyetimiz ile yeryüzüne saldığımız sera gazları yeryüzünün ısınmasına neden olmaktadır. Nedir bu gazlar ve bizim hangi eylemlerimizde bu gazlar ortaya çıkmaktadır. Yakıtlar ile Karbondioksit, hayvancılık ile metan, tarım ve gübre ile nitrojen monoksit, soğutma sistemleri ile kloroflorokarbon vb. gazları her gün yaşam ünitemiz olan atmosfere gönderiyoruz. 2014 yılı ölçümlerine göre; %25 Elektrik ve ısınma, %20,4 oranında endüstriyel hayvancılık, %17,9 sanayi, %14 ulaşım ve taşıma, %6,7 yiyecek israfı, %6,4 binalar, %9,6 diğer enerjilerden sera gazları salımı oluşmaktadır. Ve bu gazlar etkisel olarak da farklıdır. Örneğin bir metan gazı karbondioksite göre 23 kat daha etkilidir, yani 100kg metan gazı 2300kg karbondioksite eşit oluyor. Günlük 100 kg metan gazı üretildiğini düşünebiliyor musunuz? 
 

Bu kadar etkisi yüksek bir gazı nasıl üretiyoruz? 
Endüstriyel hayvancılık ve çöp üretiminin bunda etkisi oldukça fazladır. Son zamanlarda bunun en büyük ayağını endüstri hayvancılığı oluşturmaktadır. Hayvancılığın endüstriyel hale gelmesi ile yeryüzü üzerinde hiç olmadığı kadar artan büyükbaş hayvanlar dışkıları ve geğirmeleriyle atmosfere yüksek miktarda metan gazı salmakta. Geviş getiren hayvanlar işkembede uzun süre kalan otların fermente olması ile çok yoğun bir şekilde metan gazı üretmektedir. 70-120 kg arasında metan gazı üreten bir inek ortalama yılda 100 kg metan gazı üretiyor, bu da 2300kg karbondioksite eşit oluyor. Diğer bir deyişle ile bir arabanın 12500 km yol kat ettiğinde çıkardığı karbondioksite eşit. Yani yediğimiz her 1 kg. sığır eti ile 34,5 kg karbondioksiti atmosfere salıyoruz. 
Peki, etkisi bununla sınırlı mı?

 

Tabi ki, hayır!
Bu hayvanların yiyeceği yani endüstriyel yemlerin üretilmesi için ormanlar kesiliyor. Yağmur ormanlarının bulunduğu Endonezya ve Güney Amerika gibi pek çok yerde ormanlar endüstriyel hayvancılığın yapıtaşı olan soya ve mısır üretilmesi için kesiliyor ya da yakılıyor. 
Kısacası endüstriyel hayvancılık sadece metan salmakla kalmıyor, karbondioksiti emip oksijene dönüştürme kapasitesi yüksek olan türlerin de yakılarak ya da kesilerek azalmasına neden oluyor ve bu durum iki yönlü olumsuz bir etki oluşturuyor. 
Aslında çok gerekli gördüğümüz için aldığımız ama sonrasında ya gönlümüz geçtiği için ya da ihtiyacımız kalmadığı için bir kenara attığımız tüketim dışı malzemeler büyük bir çöp yığını oluşturmaktadır. Bunda reklamlar olduğu kadar toplum/çevre baskısı da oldukça etkili olmaktadır. Dönüştürülemeyen çöp yığınları ile doğaya verdiğimiz tahribatın yanında atmosfere de metan gazı salınımında bulunmaktadır.

Sadece sera gazı üretmekle kalmıyor doğanın ekolojik dengesini de yaptığımız eylemlerle bozuyoruz. 
Nefes almak için birçok park bahçe yapıyoruz, zaman zaman piknik yapıyor ya da dinlenmek içi buralara giderek rahatlıyoruz. Peki, hiç düşündünüz mü yeryüzünün de nefes almaya ihtiyacı olduğunu? Hayvancılık, sanayi, yapılaşma ve daha birçok nedenlerle önce ağaçları kesiyor sonra da park ve bahçelerle nefes almaya çalışıyoruz. 
Yaptığımız yapay nefes alanlarına dikkat ettiniz mi hiç? Ağaçların aralarındaki mesafeler, köklerindeki beyazlıklar, toprağın yapısı, üzerindeki otlar, kaybolan küçük canlılar etrafınızdaki parklara bir bakın lütfen ne görüyorsunuz, eksik olan ya da yanlış olan nedir? Sizce de bir terslik yok mu bu işte???
 Doğal olmayan park ve bahçelerdeki ağaçlar birbirlerine o kadar uzak ki, biberleriyle iletişim kuramıyorlar, savunma mekanizmalarını geliştiremiyorlar. Savunma mekanizması gelişemeyen ağaçlar zararlı canlı ve hava şartlarına uzun süreli dayanamayarak çabuk hastalanıyor ve ömürleri kısalıyor. Köklerine dökülen ilaçlar ise onları güçlendirecek canlıların ölmesine neden oluyor. İyilik yaptığımızı düşünürken aslında yok ediyoruz. 

 

Ağaçları yalnızlaştırıyoruz…
Birbirleriyle iletişim kuramadıkları için gelebilecek zararları önceden bilemiyorlar ve savunmaya geçemiyorlar. Tabiat parkları adı altında seyrek dikim ile ağaçları yalnızlaştırıyoruz ve ihtiyacımız olan oksijenin yeterli derecede üretilmesine farkında olmadan engel oluyoruz. 
Aşırı tüketim/israf, yapay katkı maddeleri, doğada yüzyıllarca kaybolmayan maddeler, ekim ve dikim alanlarının hunharca yok edilmesi, doğal kaynakların hızla tüketilmesi, doğal olmayan yöntemlerle atmosfere salınan gazlar ve yaptığımız daha birçok eylemlerle doğayı yok ediyor, ekolojik dengeyi bozuyoruz. Koşar adımlarla yeryüzünün sonunu hazırlıyoruz.

 

Nasıl engel olabiliriz?
Önce kendimize şu soruyu sormalıyız. Gelecek nesile bu dünyayı bırakmak istiyor muyuz? Yoksa bencilce tüketip yok olmasını mı istiyoruz. Cevabınız yaşanabilir bir dünya bırakmak ise yukarıda yazdığımız şeylerden kaçınmamız bilinçlenmemiz ve bilinçlendirmemiz insanlığa fayda sağlayacaktır. Dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta; aşırı et tüketiminin arz talep meselesinden çıkartılıp mera hayvancılığına yönlendirilerek endüstriyel hayvancılıktan vazgeçilmesinin gerekliliği olacaktır. 
Yaşanabilir bir dünya dileğiyle, çok geç olmadan…
Saygılar.