Ge­çen­ler­de Et­hem Er­koç ho­cam­la aya­küs­tü soh­bet eder­ken, öğ­ren­ci­le­rim­le kar­şı­laş­tı­ğım­da; ''Şim­di ne iş ya­pı­yor­sun?'' di­ye so­rar­ken kor­ku­yo­rum. Aca­ba ''Ho­cam boş­ta­yım, iş arı­yo­rum, bir işe yer­le­şe­me­dim…'' ce­va­bı­nı alır mı­yım?  Di­ye. 
Ge­rek geç­miş yıl­lar­da uzun sü­re dı­şar­dan öğ­ret­men­lik yap­mam ge­rek­se sü­rek­li okul­lar­da öğ­ren­ci­ler­le mu­ha­tap ol­mam ne­de­niy­le; yol­da iz­de bir öğ­ren­ci­mi­zin ya­nı­mı­za yak­la­şıp ''Ho­cam mer­ha­ba, ben fa­lan­ca okul­dan öğ­ren­ci­niz ve­ya bi­zim oku­la bir iki de­fa ge­lip dep­re­mi an­lat­mış­tı­nız, tat­bi­kat yap­mış­tı­nız, hat­ta si­zin şöy­le meş­hur bir sö­zü­nüz ''Çan, çe­ne, çon çe­ne ………!'' var­dı hiç unut­ma­dım, bi­raz da  ha­yat der­si ver­miş­ti­niz….'' gi­bi cüm­le­ler­le ken­di­ni ta­nıt­ma­ya baş­la­yın­ca ben­de Et­hem Ho­cam gi­bi, in­şal­lah bir gö­rev al­mış­tır di­ye içim­den ge­çi­ri­yor ve di­rek ne iş­te ça­lı­şı­yor­sun di­ye sor­mak­tan kor­ku­yo­rum. Ke­li­me­le­ri ge­ve­le­yip, kı­yı­dan kö­şe­den öğ­ren­me­ye ça­lı­şı­yo­rum. Çün­kü ''Ho­cam as­ker­li­ği­mi yap­tım, ev­len­dim, bir ço­cu­ğum var… şim­di boş­ta ge­zi­yo­rum,  bir işe yer­le­şe­me­dim''  ce­va­bı­nı alır­sam, elim­den bir şey gel­me­me­si ne­de­niy­le üzü­lü­rüm di­ye…
Öy­le tah­min edi­yo­rum ki tüm öğ­ret­men­le­ri­miz ay­nı dü­şün­ce­le­ri ta­şır ve öğ­ren­ci­le­ri ile kar­şı­laş­tık­la­rın­da;  ''Ho­cam şu işe gir­dim, şü­kür ra­ha­tım.'' ce­va­bı­nı  alın­ca ken­di ço­cu­ğu işe yer­leş­miş gi­bi se­vi­nir…
*
Ja­pon­la­rın meş­hur bir sö­zü var­dır. ''Ge­li­ri­niz ne ka­dar az olur­sa ol­sun ama bir kö­şe­de mut­la­ka pa­ra­nız bu­lun­sun.''  Ata­la­rı­mız­da ''Ak ak­çe, ka­ra gün için­dir'' der­ken ay­nı şey­le­ri ifa­de et­miş­ler­dir. Me­mu­ri­ye­te ye­ni baş­la­dı­ğım ve ha­ya­tı bi­raz da­ha gül pem­be gör­dü­ğüm ve acil du­rum­lar için gü­ven kay­na­ğı gö­rü­len vi­sa kart­la­rı ol­ma­dı­ğı dö­nem­ler­de, rah­met­li olan Emek­li bir Al­bay ya­kı­nım; ''Ev­la­dım, bir ke­nar­da mut­la­ka bir maa­şın kal­sın.Sa­kın har­ca­ma. Şa­yet har­car­san en kı­sa za­man­da ye­ri­ne koy­ma­ya ça­lış. Çün­kü in­san­lık ha­li ba­şı­na ne ge­le­ce­ği bel­li ol­maz.'' di­ye öğüt ver­miş­ti. Ken­di rah­met­li ol­du­ğun­da da  sa­de bir ma­aşı­nın ol­du­ğu gö­rül­dü…
*
Geb­ze'den bir iş­çi her gün İs­tan­bul'da bir ço­rap fab­ri­ka­sı­na tren­le ça­lış­ma­ya gi­der. Tren­de her gün bir va­tan­daş ço­rap sat­mak­ta­dır. Her gün bu işi yap­tı­ğı­na gö­re  de­mek pa­ra ka­za­nı­yor di­ye dü­şü­nür. Na­sıl ol­sa ben sa­bah ak­şam bu tren­le  gi­dip ge­li­yo­rum ve ay­nı za­man­da  ço­rap fab­ri­ka­sın­da ça­lı­şı­yo­rum. O hal­de işe gi­der­ken ve ge­lir­ken ben­de ço­rap sa­ta­yım der ve  baş­lar ço­rap sat­ma­ya. Aşa­ğı yu­ka­rı bir ma­aş­ta ço­rap işin­den ka­zan­mak­ta­dır. Al­tı ay bir yıl der­ken fab­ri­ka kriz ne­de­niy­le iş­çi çı­kar­ma­ya baş­lar ve ken­di­si­ni de iş­ten çı­ka­rır­lar. Fa­kat üzül­mez. ''So­run var­sa çö­züm de var­dır''  he­sa­bı İs­tan­bul'a sa­bah gi­dip ak­şam ge­li­yor­dum. De­mek bun­dan son­ra gün­düz­le­ri de gi­dip gel­mek ge­re­ke­cek bi­ze der. Ai­le­si­ni üz­me­mek için iş­ten çı­ka­rıl­dı­ğı­nı söy­le­mez. Ha­yat yi­ne nor­mal akı­şın­da de­vam eder. Sa­bah ay­nı sa­at­te işe gi­der gi­bi çı­kar ev­den,  ak­şam ay­nı sa­at­te eve ge­lir. Ay­nı tren­de gün­düz­de bir­kaç de­fa gi­dip ge­le­rek ço­rap sat­ma­ya de­vam eder. Bir iki der­ken iş­ler da­ha da iyi olur. Fab­ri­ka­da ça­lı­şır­ken al­dı­ğı maa­şın 4-5 ka­tı­nı ço­rap sa­ta­rak ka­zan­ma­ya baş­lar. Ka­zan­dı­ğı pa­ra­yı çar çur et­me­den bir kö­şe­de bi­rik­ti­rir. İş­ye­ri aça­bi­le­cek şe­kil­de ser­ma­ye bi­rik­ti­rin­ce, İs­tan­bul'da ço­rap üze­ri­ne dük­kan açar ve ço­cuk­la­rı­na bu il­ginç ha­yat hi­ka­ye­si­ni an­la­tır… 
*
Os­man­cık İmam-ha­tip Li­se­sin­de okur­ken,  ma­te­ma­tik öğ­ret­me­ni­miz Ars­lan Gür­soy ho­cam­dan ma­te­ma­tik­ten çok ha­yat der­si öğ­ren­dim. (Şim­di emek­li olup Gü­müş­ha­cı­köy İl­çe­sin­de ika­met et­mek­te­dir) Çok zor şart­lar­da oku­muş, ta­bi­ri ca­iz­se ha­ya­tı tır­nak­la­rıy­la ka­zan­mış ama ken­di­ni ye­tiş­tir­miş, di­sip­lin­li, mes­le­ği­ni se­ven bir öğ­ret­me­ni­miz­di. Fo­toğ­raf çe­ke­rek, ka­ğıt ka­lem sa­ta­rak vs. oku­du­ğu­nu ve üze­rin­de­ki ta­kım el­bi­se­yi 12 yıl ön­ce al­dı­ğı­nı ama ter­te­miz ola­rak giy­di­ği­ni, acil du­rum­lar için çe­ke­tin ya­ka­sı­nın ar­ka­sın­da acil sö­kük ih­ti­ya­cı için iğ­ne ip­lik ta­şı­ma­mız ge­rek­ti­ği­ni ha­ya­tın için­den ör­nek­ler­le an­la­tır­dı. Ba­zen gö­rü­yo­ruz, li­se me­zu­nu ar­ka­da­şı­mız kra­va­tı­nı bir baş­ka­sı­na bağ­lat­tı­rı­yor. Bir ar­ka­da­şım Ma­hir Bey, kra­vat bağ­la­ma­sı­nı be­ce­re­mi­yo­rum şu­nu bağ­la da 6 ay ida­re et­sin der­di. Bu­nun oku­lu yok ki. Bu öğ­ret­me­ni­miz, ma­te­ma­tik der­sin­de kra­vat pra­tik ola­rak na­sıl bağ­la­nır onu gös­ter­miş­ti. Bel­ki ma­te­ma­tik­le il­gi­li on­lar­ca ko­nu­yu, for­mü­lü unut­tum ama  her sa­bah kra­va­tı­mı bağ­lar­ken, rah­met­li ba­ba­mı ha­tır­la­mı­yo­rum fa­kat ma­te­ma­tik öğ­ret­me­ni­mi ha­tır­lı­yo­rum. Ne ka­dar gü­zel!. Amaç unu­tul­ma­mak de­ğil mi?
Ay­nı öğ­ret­men­den al­dı­ğı­mız ce­sa­ret­le, Ço­rum İmam- ha­tip li­se­sin­de ya­tı­lı ola­rak okur­ken ya­zı­lı ka­ğı­dı, ka­lem, ta­rak, sa­bun vs. sat­tık ve öğ­ren­ci­ye gö­re iyi sa­yı­la­bi­le­cek şe­kil­de pa­ra ka­zan­dık şim­di avu­kat olan bir ar­ka­da­şım­la… ''Bir öğ­ret­men, ebe­di­ye­te hük­me­den in­san­dır. Te­sir­le­ri­nin ne­re­de or­ta­ya çı­ka­ca­ğı bel­li de­ğil­dir.'' de­miş­tir (H. Adams)
Öze­tin öze­ti: ''İn­sa­nın elin­de­ki imkânı­nın git­me­si, bir uz­vun ke­sil­me­si gi­bi­dir.''  (De­vam ede­cek)