Dua, istemek demektir. Aç bir insanın iştahlı iken yemeği istemesi gibi istemelidir.
***
Belh Sultanı İbrahim Bin Ethem, Allah yolunda tacını tahtını bırakan bir alim ve evliyadır. Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı. Bir gürültü ile uyandı. Tavan sallanıyordu. Seslendi: "Kim o?" Damdaki, "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim onu arıyorum" dedi. İbrahim Ethem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" deyince, damdaki kişi, "Ey gâfil, sen Allah'ı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı garip?" dedi. Bu sözlerden sonra kalbi Allah aşkı ile yandı ve şimdiye kadar yaptığı bütün günahlara, hata ve kusurlara tövbe etti.
***     
Muhterem okuyucular!
Allah teâlâ insanları yarattı. Her insanın saâdet içinde, mes'ûd yaşamasını istediğini bildirdi. (Mes'ûd olmak), râhat, üzüntüsüz yaşamak demektir. Her insan da mes'ûd olmayı istemektedir. Yaratan da, yaratılan da aynı şeyi istemekte olduğu hâlde, mes'ûd olan kimse pek azdır. Çünkü, Allah teâlâ herşeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Allah- teâlâdan birşey istemek, yâ kavl, söz ile olur. Yâhut fiil ile olur. Kavl ile istemek, duâ etmektir. Bir şeyi fiil ile istemek, bu şeyi meydâna getiren sebebi yapmaktır. Çalışmak, sebebe yapışmak demektir. Çalışmayan, tembel oturan, sebebe yapışmamış olur. Allah teâlâ tembele birşey vermez. (Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ: İnsan ancak çalıştığı şeye kavuşur) âyet-i kerîmesi sözümüzün vesîkasıdır. Kâfirler, Allah teâlâya inanmadıkları için kavl ile istemiyorlar. Duâ etmiyorlar. Sebeblerin tesîrini gördükleri için yalnız fiil ile istiyorlar. Sebeplere yapışıyorlar. Allah teâlâ da, onların bu isteklerini kabûl ederek, istediklerini yaratıyor, veriyor.
Mes'ûd olmak için lâzım olan sebeplere nimet denir. Allah teâlâ, nimetlerini, dost, düşman, her istiyene vereceğini vaad etmekdedir. Nimete kavuşmak için, nimet sâhibinin beğendiği gibi istemek lâzımdır. Bunun için, nimeti istediğini bildirmek, duâ etmek ve muhakkak verileceğine inanmak, imân etmek lâzımdır. Buna inanmayana, hele inkâr edene verilmez. İnkâr eden mahrûm kalır. Saâdete sebeb olan nimete kavuşmak için yapılan duâda, bu îmân şarttır. Demek ki, nimete kavuşmak için, önce îmân sâhibi olmak, yanî müslümân olmak, sonra, nimetin sebebine yapışmak lâzımdır. Bütün nimetlerin sâhibi olan Allah teâlâ, nimetlere kavuşmak için nasıl duâ edileceğini de, merhamet ederek bildirmektedir. Müslümânın duâsının kabûl olması için îmândan sonra, her gün beş vakit namâz kılmak, kul hakkı bulunmamak şartı da önce gelmektedir. Şimdi, duâlarımız kabûl olmuyor diyenlerin bu şartları yapmadıkları anlaşılıyor.