Şehrin sokaklarında, hafızamda canlılığını sürdürmeyi başaran nadir yapı ve bölgelerde dolanıyordum. Sebepsiz öylesine… Nereye gittiğimi bilmeden, amaçsız! Eve döndüğümde, neredeydin diyen sorulara mantıklı bir cevap veremeyeceğimi bile bile… Ama doyarak, ama beslenerek bir yandan… İnsan ne ile yaşar demiş ya birisi! Herkesin cevabını aradığı, uğruna kitaplar yazdığı bu soruya, ben mi duyarsız kalacaktım? Mümkün değildi bu!
Cadde boyu devam eden kaldırım,  her adımında, her taşında ayrı bir hikâye barındırıyordu. Zaman içerisinde aşınmış, kırılmış taşların yerini bile biliyordum. Bana bir şey yapmazlardı. Ondan da emindim… Düşmez, yalpalamazdım. Onlar da beni biliyordu çünkü. Belki de niyetimi, neyle beslendiğimi en iyi anlayan onlardı: Kaldırım taşları… Yağmur, çamur, kar, fırtına… Beni hiç yolda bırakmadılar. Yürürken yanımda hep onlar vardı. Düşüncelerimi sarıp sarmaladılar, beslediler bıkmadan. Başım öne eğip üzüldüğümde, kimselerin yüzüne bakamadığımda, onlar kaçırmadılar gözlerini, baktılar… Şefkatle uzattılar sivri köşelerini bile. Bir de onlar vurmadı… En fazla tökezlememe müsaade ettiler. Bazen çamur sıçratıp ikaz ettiler. Kendime gelmemi, toparlanmamı, dikkatli olmamı öğütlediler. Ama düşürmediler, çelme takmadılar! Hiç… Düşsem de, bir tekme de onlar atmadılar… 
Tüm yalnızlıkların, hüsranların, kayboluşların bazen de sevinç ve coşkuların tek bir gidiş bileti ile başladığı, hareket saati ve varış noktası belli olmayan yolculuklarıydı onlar... Dönüşü hiç düşünmeden ve ilerisi seyyahlığa kadar uzanabilecek… İnsanın kendisine bir fırsat verdiği ve elle tutulur bir reçetesi olmayan tedavi amaçlı bir mola da diyebiliriz. Ya da bir es… Birçokları boş iş olarak görür. Avarelik olarak tanımlar. En avaresi bile hummalı bir eğitimin içindedir aslında. Sokak hayattır. Yaşamın ta kendisidir! 
Okullar, sokaklardaki yalnızlığımızı, hüsranlarımızı engellemek için tavsiye ve tembihler manzumesidir. Hangi okulda okursanız okuyun stajınız sokakta olacaktır. 
Son zamanlarda hemen her yerde birçok sudan çıkmış balık görüyoruz. İyi eğitimli, diplomalı balıklar dolaşıyor sokaklarda… Kimi ağaca tırmanıyor, kimi tırmanmış inemiyor! Tırmanamayan balık, yanlış ağaç için uğraştığından şikâyetçi. Doğru ağaç, doğru balık üzerine bir sürü programlar, kurslar takip ediliyor. Maliyetli iş! Balık ne yapsın? Bilmiyor ki! Seçemiyor, öngöremiyor ki! Bir ton test kitabı çözüp zar zor tırmandığı ağacın tepesindeki haline bakıp ne işim var burada, nasıl oldu bu şaşkınlığı içerisinde… 
Balık işte! 
Asıl gaflet, "Ben balığım, ne işim var ağaçta" sorusuna ortam sağlayan kişi, kurum ve kuruluşları sorgulamamak! Bu durum, insanın celladıyla yaşadığı tuhaf bir aşk hâli olarak da izah edilebilir.
Sanayici bir abim dertli: Makine mühendisi istediğim işi bilmediğini, yapamayacağını söylüyor. Bana esas kaynakçı lâzım, ona da talep yok diyor. İki üniversite bitirmiş insanlar alâkasız işlerde çalışıyor. Tarih mezunu, yüksek lisansını fotoğrafçılık üzerine yapabiliyor! Alâkasız, saçma sapan işler ve bu işlerin sonunda muradına ermek için bir sürü lüzumsuz kırtasiye ve çaba harcayanlar… Hedefe ulaşmak için her yol mubah(!) sözü şiar olmuş; Tarz, üslûp, şekil, ayar, pişme, adap, içerik, olgunlaşma, tecrübe, etüt, yoğrulma… Kim kaybetmiş de bulasın!  
Amaç ne?
Balığı ağaca tırmandırmak!
Balık ağaçta mı?
Ağaçta…
Konu kapanmıştır!
Demek, insan diploma için yaşıyor!
Sonra pat diye bir şey düştü önüme! Dikkatle bakınca bir kuş yavrusu olduğunu anladım. Dükkân kepenginin üzerindeki yuvasından düşmüş olmalı. Tam alacaktım ki bir abi uyardı: Anası görürse kızar, elleme! 
Utandım… Bu durum bir soru olarak gelseydi, en azından şıklardan gider bulurdum. Daha çok test çözmem lâzım, çok!
Eve gittiğimde pardösüm çamur olmuştu. Annem görse, bir ton kızardı! Doğru yolunu yürüyemedin mi! Gözünün önüne baksana derdi… Biraz daha ileri gidip eşeğin sıpası da diyebilirdi. Ancak bu durumda, bu çağda duyup da üzülebileceğim en acınası söz: Sudan çıkmış balığa dönmüşsün olurdu. Neden mi?
Sudan çıkan balık ölür!
Çok yürümüş, fark etmeden balıkçılara kadar gelmiştim. Derya kuzusu bunlar, taptaze, canlı diye bağırıyorlardı. Bir tanesinin sesi oldukça gür, berrak ve genişti. Hatta şancı olabilecek bir kumaşa sahipti diyebilirim. Belli ki o da bir ağacın tepesinden sesleniyordu. Zamanında, yerinde bir müdahale ile o da asıl yörüngesini bulabilirdi. Olsun! Kader… O da herkes gibi bulunduğu yerde, kulağına fısıldanan "işini yapan adam" repliklerini mırıldanıyordu.  
O anda su içindeki balıklardan birisi olanca çabasıyla zıplayarak kaldırıma düştü. Kediden kaçmak için bir ağaç bulsa, ona bile tırmanabilirdi. Kedi de sanki balığın çaresizliğini anlamış, son nefesini vermesini saygıyla bekliyordu. En üzüntülüsü kaldırım taşıydı. Kısa süreliğine de olsa ev sahipliğini yapıp üzerinde taşıdığı bu küçük balığa şefkatli bir zemin oluşturmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Balıkçı ise en keyifli olanıydı:
"Derya kuzusu bunlar! Bakın işte gördünüz mü? Nasıl da attı kendini kaldırıma! Canlı…"
Not: 
Yazıda geçen karakterler:
Ağaç:           Hedef
Balık:          Öğrenci
Balıkçı:      Sektör patronu
Kedi:     Sistemin doğal sonucu oluşan vitrinin endüstriyel görüntüsü (Dershaneler, özel okullar, etüt merkezleri, akıllı - akılsız tahtalar, mentâl hafıza ile uçan -  kaçan beyin gelişimi merkezleri, kurslar, test kitapları, danışmanlık merkezleri, psikolojik enkaz çözüm onarım laboratuvarları vs…) 
Kaldırım taşları:    Her şeyin farkında olan ve üzerinde olup bitene tarafsız bir şekilde yaklaşan. Geleceğinden hiç umudunu yitirmediği o günü, sabırla bekleyen… Sağduyu.