Geçen gece kar yağdı. Nazar değmesin diye bakamadım. Yağış hızı kesilecek, duracak diye endişelendim.  Bir süre hiç bakmadım. Sonra yine gözüm sokak lambasına ilişti. Yağıyordu... Kendimden bile saklamaya çalıştığım şu manzara, üzerime düşmedikleri için üzüldüğüm sayısız kar tanesini izlemenin keyfi... Şu koca dünyanın, en azından, görüş alanımdaki kısmının tertemiz olduğunu bilmek ne güzel! Bir de şu köpekler acı acı ulumasa ve kuşlar çatılardaki saltanatları bozulup, elektrik tellerinde yer kapma telaşına girişmeseler...


O küçük kar tanelerinin, akıl almaz marifetini izliyordum. Onların her yeri eşit olarak temizlediğine inanmak isteyen gözlerle... Ufuk çizgisi boyunca görebildiğim her yer, bu düşüncemi destekliyordu. Sanki dünya annemin makineden çıkmış, misler gibi kokuyor ve kurumak için asılmayı bekliyordu... Ve yine aynı manzara, bir çocuk şarkısı saflığında, güzel ve bir o kadar faydalı öğütler söylüyordu kulaklarımıza. Soğuk o kadar da kötü değildi. En azından şarkıda geçen o minik kuş için... Donmasa, onu kim alırdı içeri?


Yeri geldiğinde tercih edilen bir sözdür: "Hayata temiz bir sayfa açmak!" Yeri gelmiştir çünkü geride kalan kısım için endişe hâkimdir. Bir telkin de diyebiliriz. Şu ana kadar olanları, bundan sonrakilerden ayırmak için...  Onca yağan karın dünyayı temizlediğini düşünen insan, hayatın temizlenmesinde aciz, çaresiz... Annemin makinenin de bir gücü var! Düşünmeye zorluyorum kendimi. Hayatım makineye atıldı ve tertemiz çıktı. Daha doğrusu tertemiz gözüküyorum. Çekmemişim, boyum posum yerinde, güzel kokular salıyorum etrafa... Ama hissettiklerim öyle değil! Hayat temizleme işlemi duyguları temizleyemiyor. Kar eridiğinde toprak hatırlayacak, "Evet buydu." deyip yakamıza sarılacak. Tükürdüğümüz yer, çöp attığımız mevkii, bakmadığımız tarla, yaktığımız orman, hız yaptığımız, çamur sıçrattığımız yol, tekrar belirecek...
 Okul yılları bitiyorken, sınıfta bir hatıra defteri dolaşırdı elden ele. Kimin olduğu önem arz etmemekle beraber, pembe olanlara daha özenerek yazardık. Yazım ve dil bilgisi konusunda, sıkıcı Türkçe derslerinden anladığımız kadardık. Noktadan sonra büyük harfle başlamak en çok güvendiğim bilgimdi. Belki de bu bilgi beni birçoklarından üstün kılıyordu. Cümlenin ögelerini anlayanlarımızın akademi okuyacağı o zamandan belliydi. Duygularımızı yazmaya alışık çocuklar olmadığımız için yazılan birçok yazı "Bana ayırdığın bu tertemiz sayfaya..." diye başlardı. Sanki hatıra defteri kullanım kılavuzu vardı ve en önemli maddesi de buydu... Yazayım diye elime tutuşturulan deftere bakıyordum. Özel olmalıydı. Sınıfın en güzel kızının defteriydi. Bana takdim edilmesi büyük bir onurdu. Özenle ve "benden" bir şeyler yazmalıydım. Göz ucuyla diğer yazılanlara baktığımda, "Tertemiz sayfa." cümlesi hitap kısmının favorisiydi. "Ben de öyle yazmalıyım." diye düşündüm. Sonuçta hiç kimse bulunduğu ortamda aykırı olmak istemez. Ama ben sıradan olmayı da sevmiyordum. Yıllar sonra bu hatıra defteri karıştırıldığında sadece bana ait bir şeyler hatırlanmalıydı. Ve sonra, cümlenin ögelerini anlamış, akademi adayı bir çocuk olarak, elimdeki pembe deftere yazmaya başladım: "Bana ayırdığın bu tertemiz sayfayı..." 


Evet! Ben de sıradan, düz, standart yazdım. Herkes gibi... Sınıftaki kar tanelerinden birisiydim sonuçta! Vaziyeti bozmamak, aynı kalabilmek de ayrı bir zanaat gerektirir. Teneffüse çıktığımızda elim sende, uzuneşek, birdirbir oynadık. İyi top oynayamadığım halde kadroda her zaman yerim hazırdı.